tag:blogger.com,1999:blog-15625622814681922132024-03-05T10:40:12.543+03:00GÜL BAHÇESİGÜL BAHÇESİhttp://www.blogger.com/profile/09157960610590344290noreply@blogger.comBlogger76125tag:blogger.com,1999:blog-1562562281468192213.post-42339402995735255772009-08-04T19:54:00.003+03:002009-08-04T20:01:05.299+03:00ALLAH ın (c.c) NAKIŞI KELEBEKLER<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhfUNcBJ9mVSm6e7V8kQHEYfpVbvSYvIZRrArxKSEXcxZLNur6xLuYcNpPvbN7XZ-5JiyEZabGgdTT1AAsiKC1ChETMEUDNchKgW4utVedYp9w3wAZbmIL1pr72JYqT842VDLx2Pc9dgkyA/s1600-h/kelebek5.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5366153992023803858" style="FLOAT: left; MARGIN: 0px 10px 10px 0px; WIDTH: 400px; CURSOR: hand; HEIGHT: 300px" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhfUNcBJ9mVSm6e7V8kQHEYfpVbvSYvIZRrArxKSEXcxZLNur6xLuYcNpPvbN7XZ-5JiyEZabGgdTT1AAsiKC1ChETMEUDNchKgW4utVedYp9w3wAZbmIL1pr72JYqT842VDLx2Pc9dgkyA/s400/kelebek5.jpg" border="0" /></a><br /><div><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh8tNf5980jDTbuZ-q8rvey8NK8iTUS-eIAs_DQ5YkGdrD94fdehAGli-eFQRawfcn9vozqZkBkzWoLLPNzQhyphenhyphen58yNEY4FBzy8CsarK0z1SHLoc_H2up89bWT3Nw1tafwKjIsZaAUlwMSFB/s1600-h/kelebek4.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5366153984898387202" style="FLOAT: left; MARGIN: 0px 10px 10px 0px; WIDTH: 400px; CURSOR: hand; HEIGHT: 344px" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh8tNf5980jDTbuZ-q8rvey8NK8iTUS-eIAs_DQ5YkGdrD94fdehAGli-eFQRawfcn9vozqZkBkzWoLLPNzQhyphenhyphen58yNEY4FBzy8CsarK0z1SHLoc_H2up89bWT3Nw1tafwKjIsZaAUlwMSFB/s400/kelebek4.jpg" border="0" /></a><br /><br /><div><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiF4FkDJY-jLsZxz-5FtGjeSsiWhjrtIHg-2QgrA0FKWOGFxjcKfNzENAKXoga2KOwNXg5ANiJpEq3cZVJJCSoawVyMT4cW4981aKsYG-r1ntsBn6v30OfGiNO_9Mu8V30K9TlV36lb4RA5/s1600-h/kelebek3.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5366153983297610466" style="FLOAT: left; MARGIN: 0px 10px 10px 0px; WIDTH: 400px; CURSOR: hand; HEIGHT: 300px" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiF4FkDJY-jLsZxz-5FtGjeSsiWhjrtIHg-2QgrA0FKWOGFxjcKfNzENAKXoga2KOwNXg5ANiJpEq3cZVJJCSoawVyMT4cW4981aKsYG-r1ntsBn6v30OfGiNO_9Mu8V30K9TlV36lb4RA5/s400/kelebek3.jpg" border="0" /></a><br /><br /><br /><div><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiv4rW4nk2p8ASqiVHkDBgfajqujddXHb6NbTSQ1scGruRsQKWsH5icCGKNIGI_2lg0VHxk1p2osGu69AWYz-sOGizplMX3tA6RJPKl29fzVk0dj5oHQItquMhchVWbpjiCdDSq3wNmnEVi/s1600-h/kelebek2.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5366153977535650306" style="FLOAT: left; MARGIN: 0px 10px 10px 0px; WIDTH: 400px; CURSOR: hand; HEIGHT: 266px" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiv4rW4nk2p8ASqiVHkDBgfajqujddXHb6NbTSQ1scGruRsQKWsH5icCGKNIGI_2lg0VHxk1p2osGu69AWYz-sOGizplMX3tA6RJPKl29fzVk0dj5oHQItquMhchVWbpjiCdDSq3wNmnEVi/s400/kelebek2.jpg" border="0" /></a><br /><br /><br /><br /><div><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjjINjjXToDzIOqY06PNgmmdjaZasmwzbbM3Prj7mr-3vQeh2BKtLG77dTFJ4VboB_Pswm497YHYcfPnkSfaQPE20KN8PioiHJgZIaaGtN8Isg7nxj2gyawfJa_CdTWVYRSKJU4sf8kfmLL/s1600-h/kelebek1.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5366153971781434226" style="FLOAT: left; MARGIN: 0px 10px 10px 0px; WIDTH: 400px; CURSOR: hand; HEIGHT: 300px" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjjINjjXToDzIOqY06PNgmmdjaZasmwzbbM3Prj7mr-3vQeh2BKtLG77dTFJ4VboB_Pswm497YHYcfPnkSfaQPE20KN8PioiHJgZIaaGtN8Isg7nxj2gyawfJa_CdTWVYRSKJU4sf8kfmLL/s400/kelebek1.jpg" border="0" /></a><br /><br /><br /><br /><br /><div> zehra net ten alıntıdır</div></div></div></div></div>GÜL BAHÇESİhttp://www.blogger.com/profile/09157960610590344290noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1562562281468192213.post-77068195020701260592009-08-04T19:42:00.004+03:002009-08-04T19:48:34.878+03:00TEZKİYEYİ NEFS SİMGESİ NAMAZNamaz kılmak, salihlerin kurduğu hükümetin en bariz göstergesidir. Zira namaz, İslam dininin en temel ilkesidir ve halkın da bu konuya verilen önemi kavraması gereklidir. Maneviyat, ilahi zikir ve rukü ile secdedeki huzur ve cazibe ile tanışmak insanın cevherini cilalandırır. İranlı çağdaş şair Rıza İslamili namazın değeri ve önemini dikkate alarak, insanlardan fiziki kalıplarının dışına çıkarak namazın engin okyanusunda gezmeleri, ve Allah ile dostluk ve yakınlığın tadını almalarını istiyor.<br />Namazın nuru ile güzelleştir yüzünü,Kıble kapılarını aç yüzüne;Kaybolduysan eğer kendinde, ey gönülNamaz aşkının aynasında kendini bul.İslam inkılabı rehberi Ayetullah Seit Ali Hamenei namaz hakkında şöyle diyor:‘ Namaz, insanın yaşamın son hedefi olan dünya ve ahiret saadetine ulaşması için ilahi dinlerin insanın karşısına açtığ bir yodur. Namaz Allah'a doğru yolun ilk adımıdır. Fakat bu ilahi ibadetin kapasitesi, kemalatta bulunanbir insanın bile yücelmesi için kanat sayılabilir. Bu yüzden insanlık tarihinin enseçkin insanı olan fahri kainat İslam peygamberi hz. Muhammed (sav), namazı göz bebeği olark niteliyor. Resulullah efendimiz namaz vakti, müezzini Belal'in ezan okumasını, bölyece güven ve huzurla dolmaya isterdi. Namaz gibi hiç bir ibadetin insanın manevi evriminin tüm kademelerinde ona yol gösteren, güç veren ve ilerleten başka bir ibadetin olmadığı söylenebilir.'Fakat namazın insanın ruhu ve canında kalıcı eserler bırkması ve bereketlerini göstermesi için bazı şartlar gerekir. Üniversite hocası ve dini konular uzmanı Dr. Mir Bagırı, ergenlik çağını insanın duaya olan fıtrı ihtiyacının karşılanması için en uygun dönem olduğunu belirterek şöyle diyor:‘ Gençlik dönemi, genç insanın hüviyet arayışında olan dönemdir. Bu dönemde gencin fiziğinde oluşan değişikliklere paralel olarak onun düşünce ve duygularında da bir takım değişiklikler meydana gelir. Genç bu dönemde, şimdiye kadar kazandıklarını sorgulayacak kadar, zihinsel gelişme aşamasına gelmiştir. Bu bir gencin yaşamının en hassas dönemidir, zira genç kendisi ve idealleri arasında çok fazla mesafe olduğunu hisseder. Bu konumda olan genç fıtri olarak dünyada mutlak bir güç arayışına çıkar. Bir çok uzman ve düşünüre göre insanın manevi boyutu uyanır. Bu manevi boyut, tahrip gücü yüksek olan şehvete karşı kontrol edeci ve sakinleştirici güç mesabesindedir.Dini uzmanlar açısından önemli olan konu söz konusu manevi ve dini eğilimini yüce Rahman ve Kerim olan Allah'a yöneltebilmesidir. Eğer insan Yegane Allah'a yönelirse, sonsuz ve ölümsüz bir kaynağa yönelmiş olacaktır. Kuran Kerim bu konuda Kısas suresinin 88. Ayetinde şöyle buyuruyor: Ve Allah ile beraber başka bir ilaha tapma. O,ndan başka ilah yoktur.O,nun yüzünden başka her şey helak olucudur.Hüküm o,nundur ve siz o'na döndürüleceksiniz.<br />Böylece namaz kılarak Allah ile irtibat kurmak, insanın bu gerçek ihtiyacına uygun bir karşılık olabilir.İranlı genç bayan Merziye İbrahimi namaz ile ilgili yazdığı makalede çok zarif ve ince konulara değiniyor. Kendisi duygularını bu şekilde anlatıyor: Zayıf ve nahif bir varlığın sonsuz ve ölümsüz bir varlık karşısında durarak, içtenlik ve sadakat ile dua ettiği anlar, ne güzeldir! Bir gencin ruhunun, nefsani isteklerden soyutlanarak sessizlikte kanatlayıp içindeki sırlarını alemin mabudu ile paylaşması, ne güzeldir! Namaz dünyaların yaratanı Allah'ın karşısında kulluk itirafıdır. Bu itiraf insanın tüm hücrelerine nüfuz ederek ruhunu yüzeltir. Resulullah namazı, dinin temeli, iman ve küfür arasındaki sınır olarak tanıyor ve şöyle buyuruyor: İslam ve küfür arasındaki ayırım, bir kişinin kasten namazı terk etmesi veya tembellikten kılmamasıdır.Namaz kılmak genç bayan Zohre Fatımı'yı de manevi mutluluk ve heyecana ulaştırıyor. Kendisi şöyle diyor: Namaza durudğum zaman Allah ile yakınlaşmanın hoş kokusu ve doyumsuz mutluluğunu yorgun vucüdumda hissediyorum. Namazın parlak ışığı küçük ve karanlık düşüncemi aydınlatıyor. O anda ağlayacak gibi olur ve tüm benliğimle Allah'ı duşunuyorum. O anda Allah'ın yüceliği ve büyüklüğü karşısında secdeye kapılıyorum. Namazın manevi yolculuğundan döndüğümde bir başka olmuş gibiyim; umutlu, hayat dolu, ve canlı biriyim. O anlarda ilahi rahmet yağmurunun üzerimdeki tüm paslar ve tozları yıkamış gibiyim. Böylece insan ruhunu kurtaranın namaz olduğundan emin oluyorum.Namaz, islami farizelerin en iyisi olarak tanımlanıyor. Daha önce işaret edildiği gibi bu ferahlatıcı ibadet, İslam Peygamberin'nin (sav) bisetinin ilk yıllarında Allah teala tarafından emr edildi. Kuran Kerim de bir çok ayette gerçek namaz kılanları saadet ve falahla müjdeliyor. Kuran Kerim namaz kılanları, alışverişleri boşa gitmeyen ve asla zarar etmeyen tüccarlar olarak tanımlıyor ve müminleri, namaz kılan, zekat ödeyen ve ahirete inananlar olarak biliyor. Allah teala Kuran Kerimin Taha suresinin 14.ayetinde çok güzel ifade ile şöyle buyuruyor: Gerçekten ben,ben Allah'ım,Benden başka ilah yoktur.Şu halde bana ibadet et ve beni zikretmek için dosdoğru namaz kıl."zehra net [alıntıdır]GÜL BAHÇESİhttp://www.blogger.com/profile/09157960610590344290noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1562562281468192213.post-50322544633920766592009-01-26T08:17:00.003+02:002009-01-26T08:25:01.357+02:00NUHUN GEMİSİ<div align="center">Ünlü bir yönetici, "bilmem gereken her şeyi, Nuh'un Gemisi'nden öğrendim," diyor. Nelermiş öğrendikleri? </div><div align="center">BİR:</div><div align="center"> Doğru gemiyi kaçırma. </div><div align="center">İKİ:</div><div align="center"> Hepimizin aynı gemide olduğunu unutma.</div><div align="center"> ÜÇ:</div><div align="left"> Vakit gelip çatmadan planını yap. Hz. Nuh, gemisini inşa ederken yağmur yağmıyordu! </div><div align="left">DÖRT: Kendine hep iyi bak ve büyük günü bekle. Altmışına merdiven dayadığında bile, gerçekten büyük bir iş yapman için önün açılabilir.</div><div align="left"> BEŞ: Eleştirileri dinle, eleştirenlere kulak asma; yapılması gerekeni yapmaya devam et. </div><div align="center">ALTI: Geleceğini zirveler üzerine kur; dalgalar sana ulaşamasın.</div><div align="center"> YEDİ: Ne olur ne olmaz, eşinle yola çık.</div><div align="center"> SEKİZ: Hız her zaman kazandırmaz. Yılanlar da gemideydi, çıtalar da.</div><div align="center"> DOKUZ: Üzerinde aşırı baskı hissettiğinde, bir süre boşlukta yüz.</div><div align="center"> ON: Titanik'in profesyoneller, geminin ise amatörler tarafından yapıldığınıunutma.</div><div align="center"> ONBİR: Fırtınanın gücü ne olursa olsun, eğer Allah’ın safındaysan, seni bekleyen bir gökkuşağı mutlaka vardır.<br /> <br /></div>GÜL BAHÇESİhttp://www.blogger.com/profile/09157960610590344290noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1562562281468192213.post-85257702659672607442009-01-26T08:11:00.002+02:002009-01-26T08:17:38.253+02:00ŞEYTANDAN MEKTUPSeni dün günlük islerini yaparken gördüm.<br />Namaz kilmadan, dua etmeden bir günü daha geçirdin.<br />Hatta yemek yerken ve yatarken bile dua etmek için vakit ayirmadin.<br />Çok nankörsün! Seninle gurur duyuyorum.<br />Benimle oldugun için çok mutlu oldugumu söyleyemem.<br />Hatirliyormusun? Senelerdir beraberiz ama seni hala sevmiyorum.<br />Dogruyu söylemek gerekirse:<br />Senden Allah'tan nefret ettigim için nefret ediyorum.<br />Allah beni cennetten attigi için bende seni kullaniyorum.<br />Seni de Allah'in bana yaptiklarini ödetene kadar kullanacagim,<br />ondan sonra sende defolup gidebilirsin. Biliyormusun aptal.<br />Allah seni seviyor, ama sen hayatin boyunca benim yanimdaydin.<br />Bunun içinde seni ödüllendirecegim. Hayatinin berbat olmasini<br />saglayacagim.<br />Biz ikimiz beraber kaldikça bu Allah'i çok üzecek.<br />Zaman senin hayatini kimin yönlendirdigini O'na gösterecek.<br />Ve bu senin sayende olacak.<br />Geçirdigimiz güzel günleri hatirla,<br />insanlari nasil hor görüyorduk, onlara küfür ediyorduk,<br />çilgin partilere gidiyorduk, hirsizlik yapiyorduk,<br />nasil iki yüzlü davraniyorduk, sigara kullaniyorduk,<br />cami'ye gitmiyorduk, dedikodu yapiyorduk.....<br />Bunlarin hepsini kaybetmek istemezsin degil mi?<br />Hadi gel aptal! Sonsuza dek beraber yanalim!<br />Senin için çok seyler düsünüyorum.<br />Bu mektupu sana ne kadar deger verdigimi söylemek ve hayatinin<br />büyük bir parçasini kullanmama izin verdigine tesekkür etmek için yaziyorum. Aptal, bazen sana çok gülüyorum.<br />Öyle salakliklar yapiyorsunki,<br />benim bile migdemi bulandiriyorsun.<br />Sen böyle devam et.<br />Yeni nesile yalanciligi, aldatmayi, kumari ve cami yerine<br />diskolara gitmeyi ögret.<br />Sen bunlari onlarin yaninda yap ki onlarda seni örnek alsinlar.<br />Zaman sonra onlarda aynisini yapacaklardir.<br />Çocuklar böyle iste.<br />Neyse, simdi gitmeliyim ama birkaç saniye sonra tekrar seni<br />görmeye gelecegim. Azicik aklin olsaydi tövbe etmek için biryerlere<br />giderdin ve yasayacak oldugun bir kaç seneyi de Allah'la beraber<br />geçirirdin. Bir kimseyi uyarmak karakterimde yoktur aslinda,<br />ama seni taniyorum. Sen zaten benim yanimdan ayrilmazsin.<br />Senin yasinda olan bir insanin hala günah islemeye devam etmesi<br />saçeditik olsada. Sakin beni yalnis anlama, senden hala nefret<br />ediyorum, ve bu böyle devam edecek. Beni gerçekten seviyorsan<br />tabiki bu yaziyi kimseyle paylasmazdin.<br />Ölüm bizi bulusturana kadar.... (alıntıdır)<br /><a href="http://byfiles.storage.live.com/y1pyxgpaOfrDv9OHyHhllukQpAKcPYhMQllZX1yzTUZIC65YTrKweBaCQdqt67yCXXi" target="_blank"></a><br /><a href="http://byfiles.storage.live.com/y1p7Vg0N8TLxX5-IQZ5F9b0_6Pq64ZtcObfqh8e2051e6fD-CZt6XK3ywNfdosHvX1y" target="_blank"></a>GÜL BAHÇESİhttp://www.blogger.com/profile/09157960610590344290noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1562562281468192213.post-62975358867697403142008-12-07T23:35:00.002+02:002008-12-07T23:42:57.874+02:00TERSTEN YAŞAMAK<div align="center"><br />Yaşamın en tatsız tarafı sona eriş şeklidir. Şüphesiz ki yaşamı tersten yaşamak daha güzel; hatta, mükemmel olurdu. Nasıl mı?Camide uyanıyorsunuz. Bir tahta sandık içinde, herkes karşınızda saf durmuş, iyiliğinize dua ediyor ve tüm haklar helal edilmiş vaziyette. Tabuttan doğruluyorsunuz, yaşlı, olgun ve ağırbaşlı olarak. Herkes etrafınızda, büyük bir itibar, iltifatlar, çocuklar torunlar hepsi hazır. Arabanıza kurulup evinize gidiyorsunuz. Doğar doğmaz devlet size maaş bağlıyor, aylık veya üç ayda bir maaşınızı alıyorsunuz. Ne güzel, hazır maaş, hazır ev... Altmışlı yaşlara kadar her şey garanti, huzur içinde yaşıyorsunuz.Sağlığınız gittikçe düzeliyor. Kaslar güçleniyor, kuvvetleniyorsunuz. Bir gün çalışmak istiyorsunuz ve işe ilk başladığınız gün size hoş geldin hediyesi olarak bir plaket ve altın kol saati veriyor patronunuz.. Ve Genel Müdürlük veya bunun gibi yüksek bir makamdan tecrübeli bir insan olarak işe başlıyorsunuz Herkes karşınızda el pençe divan... Vücudunuzda da bazı hoşa giden hareketler başlıyor. Gittikçe zayıflıyor forma giriyorsunuz. Diğer hormonal aktiviteler artıyor, fevkalade… Aman ne güzel günler başlıyor...Derken bir gün patron size artık ”Üniversiteye gitsen daha iyi olur” diyor. Bu arada babanız ortaya çıkmış, "Fazla çalıştın" diyor "Artık eve dön, işi bırak, okumaya başla, harçlığın benden olsun..." Keyfe bakar mısınız? Okuduğunuz dersler gittikçe kolaylaşıyor. Ekmek elden su gölden bir dönem başlıyor. Partiler, diskotekler, kızların sayısı artıyor.Derken anne ve babanız sizi götürüp getirmeye başlıyor, araba kullanma derdi de yok artık... Günün birinde sizi okuldan da alıyorlar, "Evde otur, keyfine bak, oyuncaklarınla oyna" diyorlar... Mamanız ağzınıza veriliyor, zaman zaman altınızı bile temizliyorlar, hatta bu durum alışkanlık yaratıyor ve hiç tuvalet kullanmamaya başlıyorsunuz.Derken anneniz bir gün size süt verme kararını alıyor ve başka bir keyifli dönem başlıyor. Mama artık her yerde, her an ve en taze şeklinde hazır. Bir gün karanlık ılık ve sıcak bir ortama giriyorsunuz. Beslenmek için ağzınızı açmaya dahi gerek yok; bir kordondan besleniyor; sıcacık, yumuşacık, gürültü ve patırsız bir ortamda yaşıyorsunuz. Küçülüyor, küçülüyor, ufacık bir hücre halini alıyorsunuz. Ve günün birinde müthiş bir keyif ile hayatınız bitiyor....Nasıl ama; İŞTE YAŞAMAK. (Degişik bir bakış açısıyla degerlendirilmiş ;ölümden korkanlar için ideal bir bakış )Alıntıdır.<br /></div>GÜL BAHÇESİhttp://www.blogger.com/profile/09157960610590344290noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1562562281468192213.post-64240402236968905182008-12-07T23:09:00.004+02:002008-12-07T23:25:34.161+02:00ÇİĞ KÖFTE ZAMANI<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiQn59z9mAn34KN2sTKunOLPMjyj43Gw9X7LpnVerXfpanbb9X2E3S_O10Q4cTXgwTEVVwYHoqnXrzGr2UKeOep_Z_BM6MzhlgT5G0AajxVeBy2Jjc6cA7NNaAMIgDljeK2SzBvg9hgAz40/s1600-h/cigkoftebuyuk2.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5277158835377160946" style="FLOAT: left; MARGIN: 0px 10px 10px 0px; WIDTH: 200px; CURSOR: hand; HEIGHT: 150px" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiQn59z9mAn34KN2sTKunOLPMjyj43Gw9X7LpnVerXfpanbb9X2E3S_O10Q4cTXgwTEVVwYHoqnXrzGr2UKeOep_Z_BM6MzhlgT5G0AajxVeBy2Jjc6cA7NNaAMIgDljeK2SzBvg9hgAz40/s400/cigkoftebuyuk2.jpg" border="0" /></a><br /><br /><br /><div align="left"><br /><br /><br /><br /><br />Malzemelerimiz :<br /><br />250 gr. Çiğ köftelik kıyma (yağsız ve sinirsiz oluyor)<br />½ kg. Çiğköftelik esmer bulgur<br />2 çorba kaşığı Biber Salçası<br />1 orta boy Kuru Soğan (ince doğranmış ya da rondodan geçirilmiş)<br />1 tane Limon ( 4’e bölünmüş çekirdekleri çıkarılmış)<br />1 demet Taze Soğan<br />1 baş Sarımsak<br />1 demet Maydanoz<br />1 tatlı kaşığı Karabiber (tepeleme)<br />2 tatlı kaşığı Kırmızı Biber (tepeleme)<br />1 tatlı kaşığı Nane (silme)<br />1 çorba kaşığı Çiğköfte Baharatı (tepeleme)<br />Tuz (Biber salçanız çok tuzlu ise, biber salçasından sonra tuzunu ilave edin)<br />Biraz su<br /><br />Şimdi gelelim yapılışına :<br /><br />Önceden maydanozu, taze soğanı, kuru soğanı, sarımsağı güzelce incecik dogruyoruz.<br />Kıymayı, kuru soğanı, sarımsağı ve baharatların hepsini bir tepsiye koyarak yoğuruyoruz. Biber salçasını ilave edip, bir fincan kadar suyu ara ara vererek yoğurmaya devam ediyoruz. (Ben buraya kadar olan yoğurma işlemini rondonun kesen bıçağını çıkarmadan yaptım ve bundan sonrasını elle yoğurarak devam ettim)<br /><br />Sonra yoğurduğumuz bu baharatlı, soğanlı, sarımsaklı, biber salçalı kıymamıza, bulgurumuzu ve 4’e böldüğümüz limonlarımızı ilave ediyoruz. Bir süre hiç su katmadan, kıymanın içindeki suyu bulgurlar çekene kadar yoğurma işlemine devam ediyoruz. Tuzunu ilave etmediyseniz, tadına bakarak koymayı unutmayın. Daha sonra ara ara el ile su serpmek sureti ile yaklaşık olarak 1 saat kadar yoğuruyoruz. Yoğurma işleminde eşinizden yardım alırsanız eğer, bu süre daha da kısalıyor =)<br /><br />Köftemizin piştiğini anlamak için, arada bir ağzımıza bir parça alıp bakıyoruz. Eğer bulgur ağzımızda dağlıyorsa pişmiş demektir. Bulgur kıtır kıtır ağzımıza geliyor ise olmamıştır.<br /><br />Pişmiş köftemizin içerisine incecik doğradığımız taze soğanı ve maydanozu ilave ederek biraz su serperek iyice karıştırıyoruz. Taze soğanlar ve maydanozlar köfteden ayrıymış gibi durmasın, heryere eşit karışsınlar, köfte ile bütünleşsinler(5 dakika kadar hafif olarak yoğurarak bütünleştirin)<br /><br />Artık çiğköftemiz olmuş demektir =)<br />Servis tabağımızın içerisne bir kaç tane kıvırcık salata yaprağı koyduktan sonra, üzerine köftelerimizi elimiz ile sıkarak diziyoruz... Köfteleri elde sıkarken dikkat etmemiz gereken, normal köfte yapar gibi yuvarlamadan, tek elimiz ile alıp, hemen sıkarak tabağa dizmektir..<br /><br />Afiyet Olsun...<br /><br />Sevdikleriniz ile şükürlü ve bereketli sofralar...Ağız tadı ile sıhhatli ve bereketli günler .... Şimdiden bayramınızı kutlar sevdiklerinizle nice bayramlar geçirmenizi dilerim.Malum bayram denilince akla ilk gelen tatlı olur ama ben degişiklik olsun istedim acılı bir tarif koydum .(bu acılar hayatınızda olmasın her daim neşeli ve mutlu olunuz.)</div>GÜL BAHÇESİhttp://www.blogger.com/profile/09157960610590344290noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1562562281468192213.post-4911248609221756062008-11-24T20:20:00.003+02:002008-11-24T20:27:30.858+02:00<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj1m8Wq3boDLXbDoHXqIgkxtbWlwFsRKgTEfjPNOB70C0Kvy1bL1A04vZ6_NFDAKs_5P4gfzp13F6z9uuRQJNsbLLpqBpIPoN-vJUIkgeK_3LqAdanj4YVCgQhcL0sXvjcleSnueQ9U7MoV/s1600-h/adsız55555555555555555555555.bmp"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5272290999394091794" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 400px; CURSOR: hand; HEIGHT: 326px; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj1m8Wq3boDLXbDoHXqIgkxtbWlwFsRKgTEfjPNOB70C0Kvy1bL1A04vZ6_NFDAKs_5P4gfzp13F6z9uuRQJNsbLLpqBpIPoN-vJUIkgeK_3LqAdanj4YVCgQhcL0sXvjcleSnueQ9U7MoV/s400/ads%C4%B1z55555555555555555555555.bmp" border="0" /></a><br /><br /> ÖGRETMENLER, ALTIN KANATLI KELEBEKLERDIR.ÇICEKLERIN ARASINDAN HIC YORULMADANDEVAMLI UCARLAR. ÇICEKLERINE TOZ KONDURMAMAYA CALISIRLAR.GÜL BAHÇESİhttp://www.blogger.com/profile/09157960610590344290noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1562562281468192213.post-1655479027514373762008-11-13T12:34:00.002+02:002008-11-13T12:36:42.782+02:00AN VE ZAMAN<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg9QWgZg0D1q97dmVUy82aJ5N19vCd4sd0CSZjIRtuZW5mhmInALRXExjq6Y0tsWGAvg6MTGy8BiW6v57P88lDIEFsM6gZq4oksiAjxJj-1zZ-KlqM9I7CAxX44x9Ji4zehXdplYEh42JFp/s1600-h/222.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5268089102711870066" style="FLOAT: left; MARGIN: 0px 10px 10px 0px; WIDTH: 150px; CURSOR: hand; HEIGHT: 105px" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg9QWgZg0D1q97dmVUy82aJ5N19vCd4sd0CSZjIRtuZW5mhmInALRXExjq6Y0tsWGAvg6MTGy8BiW6v57P88lDIEFsM6gZq4oksiAjxJj-1zZ-KlqM9I7CAxX44x9Ji4zehXdplYEh42JFp/s400/222.jpg" border="0" /></a><br /><div align="center"><br />Zaman, ezel ile ebed arasında bizim geçişimiz için kurulmuş kısa bir köprüdür. Ânı yaşamak mühim olabilir, ama geçmiş ve geleceği de yok saymak mümkün değildir.Bir nehir düşünün ki, onun bir doğuş ve başlangıç noktası vardır, bir de denize döküldüğü, dünyaya kavuştuğu nokta. Bu ikisi arasında da, uzun ya da kısa bir yolu takip etmekte olan nehrimiz. Kimi coşkun, kimi durgun akar durur. Bu nehir tümüyle hakikattir.Biz de tüm insanlığı içine alan büyük zaman nehrinden, bize ayrılan küçük bir nehrin içinde, bir yelkenli ile seyahat etmekteyiz. Onun başlangıcını yok saysak, kaynağını kuruturuz. Sonunu yok saysak, deryaya salimen kavuşmasını engelleriz.Eğer ben o nehri tümüyle algılama gücüne sahipsem, o nehri bana ihsan edene terk edip kendimi, yatarım sırt üstü minik yelkenlimin içine, bütün zamanları bir anda yaşayarak, bana ayrılan süre içinde, zamanın getirdiği tüm güzellikleri bir anda özümleyerek, ebede doğru akar giderim.Zaman kanatlarını açmış, bizi ebede uçuruyor. Kanatlarını kesersek, bizi yere düşürür. Bir uçak düşünün ki, siz de içindesiniz. Uçağın baş ve son kısmını kesip atarsanız, sadece kendi oturduğunuz koltukta oturabilir misiniz? An, sizin oturduğunuz koltuksa, zaman da uçmakta olduğunuz uçaktır. Pencerelerden bakın ve her şeyi görün. Hiçbir şeyi kaçırmayın.Her an son menzil gelip inebilirsiniz ama, inene kadar niçin bunca güzellikleri kaçıracaksınız ki? Geniş bakın. Geniş görün. Zira anda değil, ebedde ineceksiniz.Kanatlarım geniştir benim. Yükselirim bütün güzellikleri içime sindirerek. Yükseldikçe zaman genişler, mekân genişler. Bin anda her yeri, her şeyi görürüm. Ne geçmişe, ne geleceğe uzanan kanatlarıma kıyabilirim. İkisini de olabildiğince kullanmaya gayret sarf eder, alabildiğince açar yükselirim… Yükselirim…Yaşanan her an kıymetlidir. Her ânı bir mücevher gibi değerlendirip, hazineler biriktirmeye çalışırım. Ebede salim bir şekilde onları geçirebilmek için özen gösteririm. Kanatlarımı iyice açarım ki, taşımakta olduğum mücevherlerim dökülmesin. Maddî cismim itibariyle küçük, küçücük olsam da, maddeten geçmiş ve geleceğe geçmem mümkün olamasa da, manevî kanatlarım o kadar geniştir ki, geçmiş ve gelecek o kanatlarım altına tümüyle serilmiş vaziyettedir.Evet, kısa bir an içinde kanat çırpsam da, zamandan bana ayrılan süre içinde, o an, en son ânım olsa da kanatlarımı asla kapatmam. Ebede doğru uçmaya devam ederim. Geçmiş de benimle gelir. Zira bir kanadım odur. O geçmiş ki, gelecekte nereye konacağımın pusulasıdır. Ebed denilen gelecekte, cennet ya da cehenneme konacağımı belirleyen geçmişi taşıdığım bu kanadımdır.Maddî cismim de küçük görmem. Zira o, kâinatın çekirdeğidir. Ben onun hakikatini çözüp, sünbüllenmeye geldim. Dünya denilen nazlı misafirhanede, bir aziz misafir olarak, beden çekirdeğimi sünbüllenişlere açtım.Gözlerimi, gönlümü, kalbimi, ruhumu ve bütün hissiyatımı, Kur’ân’ın cisimlenmiş bir tefsiri olan kâinat sayfasına saydım. Hikmet ve sırlarını okuyabilmek için, heyecanla o satırdan o satıra koşturup duruyorum.Topladıklarımı, idrak ve iz’an meclisi kurulmuş, beyin masasına yayarak okumaya çalışıyor; anladıklarımı da, ifade bülbülü dilimin üzerine yükleyip, Rabbimin dergâhına gönderiyorum.İşte benim görevim bu! Yarattıkları vasıtasıyla, Onu okuyup, anlamaya çalışmak. Onu, Ona lâyık en güzel kelimelerle övmeye gayret göstermek. Onunla aramızda kurulmuş olan, köprüyü günden güne kuvvetlendirmek…Köprü sağlamlaştıkça, geçiş kolaylaşır. An durur, zaman durur. Onunla bir an dahi, ebed gibidir. Zaman denilen nehirden hissen bir an dahi olsa, o bir an Onunla geçmişse ve yaradılışın sırrını çözmüşsen ebed senindir. Ve O, her zaman olduğu gibi, yine seninledir. Zira gaye onu bulmaktır. Onu bulmuşsan, geleceği sana getiren her bir anda da, yine bulacağım, bulduğum Odur. Onu bulmuşsan an nedir, zaman nedir ki!Onu bulamamışsan, bin yıl yaşasan, Onu bulanın geçirdiği bir an, o bin yıla müreccahtır. Çünkü o bir an ebedir. Ebedin nurunu ve genişliğini taşır. Bu yüzden, hiçbir anımı boş geçirmeyip, hep Onunla olmaya çalışmak lâzım. Burada ne kadar onunlaysan, orada da o kadar Onunlasın. Burada bu kadar bulmuşsan Onu, orada da o kadar bulursun, o kadar kavuşursun… Onu burada bulamamışsan, talep etmemişsen, O da seni talep etmez.Evet, ebed, inanan inanmayan herkes için var, ama cennet, cemal ve Rabbin razılığına kavuşmak, o yolda çalışanların arzu edenlerin, emek sarf edenlerin!Herkes talep ettiğine kavuşacak, ne yönde emek sarf etti ise bulacak. Rabbim bir an dahi, bizi kendisinden ayırmasın, inşaallah.İşte ezel ve ebed arasında kurulmuş, zaman denilen bu köprüden kimler kimler geçmedi ki!.. Kiminin ömrü uzundu, kimininki kısa. Hattâ bazıları hidayet nimetine kavuştuktan sonra, hemen Onun yoluna koşup, şehit oldu. Bir an bile yaşamadı. Ama o bir an, ebed kadar değerliydi. Bu yüzden, an değil, ânda yaşanan mühim. Allah her bir ânımızı, Onun yolunda değerlendirmeyi nasip etsin.Dualarımla…(Alıntı) </div>GÜL BAHÇESİhttp://www.blogger.com/profile/09157960610590344290noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-1562562281468192213.post-12445452262971217202008-11-13T12:26:00.002+02:002008-11-13T12:29:13.402+02:00KIYMETİNİ BİL<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjfhcjQ9BdAYrhlwtQmbyd3G3m_L9J2jvZ6QfUf5nDt9FKsCq9wJ_GQ2SD7yL95EerhAaTyfo99NIPz1_Xbp35dN6xOkhJwCRL02yBCdhbVDDy26HmdrAwVvNyQXZ-EQlRjsGCf6gKxm5GI/s1600-h/haççem.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5268087215470967378" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 400px; CURSOR: hand; HEIGHT: 300px; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjfhcjQ9BdAYrhlwtQmbyd3G3m_L9J2jvZ6QfUf5nDt9FKsCq9wJ_GQ2SD7yL95EerhAaTyfo99NIPz1_Xbp35dN6xOkhJwCRL02yBCdhbVDDy26HmdrAwVvNyQXZ-EQlRjsGCf6gKxm5GI/s400/ha%C3%A7%C3%A7em.jpg" border="0" /></a><br /><div align="center">İnsan sorar: “Benim muhatabım kim?”Bunu bulabilmek için, öncelikle kendini tanıması gerekir. Zira her insanın maddi siması birbirine benzemediği gibi, manevi siması da birbirine benzemez. Tıpatıp aynı iki insan yoktur. İnsan denilen harika kitabı bize hediye eden Cenab-ı Hak, ona isimlerinin tecellileri ile yoğrulmuş nice cevherler, kabiliyet ve donanımlar koymuştur. Bunları keşfetmek, işletmek, hakiki bir insan olmanın güzelliğini yaşama gayretine girmek, insanın en önemli vazifesidir. Vazifesidir zira, insan olarak yaratılmasının şükrünü eda edebilmek için, o kitabı okumak, anlamak, güzelliğini görmek, hissetmek lazımdır. Anlayacak ve bileceksin ki, seni ve senden olan güzellik ve kabiliyetleri yaratan Rabbine muhabbetin ziyadeleşsin. İnsan olarak yaratılmak, öyle şükre değer bir nimet ki, bu nimete mazhar olan daha Rabbinden ne istesin? İnsan kendini imanın nuru ile okudukça, Rabbine giden bir yol açılır kalbinden ve o da o yolun kapısı olur. Kendini çözdükçe, o kapı giderek açılır, yol genişler, hayatının her anında Rabbi ile buluşmanın lezzeti ile dolar, taşar. Evet, muhatabı kim olduğunu bilmek, kendini bilmekle; kendini bilmek de iman ile ve o imanı bir cevher olan insan kitabına bir projektör gibi devamlı takmakla olur. Karanlıkta kalan bir nokta olmasın ki, insan kendine zarar vermesin. Çoğu gençlerden duyardım, “Ben neye yarıyorum ki? Bu dünyaya niçin geldim? Gaye ve umudum yok, dünyada ben olsam ne artar, olmasam ne eksilir?” Olur mu hiç öyle şey? Asla! Sen dünyada isen, bir gayen de vardır. Ah, kendini iman ile tanısaydın, böyle der miydin? Nasıl değer verirdin, Rabbinin üstün bir sanatı olarak kendine? Onu ziyan etmeye kıyabilir miydin? Kendini değersiz, lüzumsuz saymak, o kitabı yazana bir hürmetsizliktir. İman denilen iksiri al, içir bütün varlığına. Gizli, hikmetli, eşsiz satırlar tek tek çıksın açığa. Bak bakalım değersiz misin? Öylesine değerlisin, her bir uzvun, her bir his ve duygun öylesine kıymetli ki, tek bir zerren dahi hiçliğe, boşluğa atılamayacak bir değerde… Geç aynanın karşısına bir bak. Bu bir hayal değil. Bunca donanım boşuna değil. Dur, hemen kaçma! Kaçma kendinden. Biraz daha dur, bak. Düşün. Bilirsin, düşünmek insana mahsustur. Sana, ödüller almış çok kıymetli bir yazardan, imzalı bir kitap hediye edilse, nasıl iftihar edersin. “Bana özel teveccüh etmiş, iltifat etmiş” deyip, okumaya, anlamaya çalışmaz mısın? Her önüne gelene, bu kitabı yazan ve sana hediye edeni anlatır durursun. Nereye saklayacağını şaşırırsın. Hal böyleyken, Alemlerin Yaratıcısının kıymetli bir eseri olan kendi varlığını nasıl değersiz sayar ve hiç bir işe yaramadığını iddia edersin? “Bismillah” de. İlk adımını at Hakka. Sana, O değer vermiş. Değer vermese yaratır mıydı? Böylesine donatır mıydı? Taş, ağaç, toprak, dağ değil insansın. Kıymetini bil. (Alıntı)</div>GÜL BAHÇESİhttp://www.blogger.com/profile/09157960610590344290noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1562562281468192213.post-14703862629574810312008-11-06T12:17:00.004+02:002008-11-06T12:19:29.591+02:00BEN BİR NİYETMİYİM<div align="center"><br />Son zamanlarda zihnimde dolanan tek şey bu; biz niyetlerimizle mi varlığımızı inşa ediyoruz? Yüreğimizin içini bilen Zat tarafından da niyetlerimize göre mi muamele görüyoruz? Hani, “Ameller niyetlere göredir” der ya Peygamber de. Niyetlerimiz, varlığımızdaki bütün özelliklerin anlamını açığa çıkaran ve dönüştüren efsunlu bir güç mü? Bediüzzaman’ın, “Kırk senelik ömrümde ve otuz senelik tahsilimde öğrendiğim dört kelimeden biri” dediği niyet, bizi nasıl inşa ediyor?Aslında, eşyayı duygularımızın ve aklımızın bilinciyle değerlendiriyoruz. Bu bilincin temelinde de, niyet var, dersem yanılır mıyım? Bana öyle geliyor ki, insanın aslını da niyeti ele veriyor. Ruhunun, vicdanının, duygularının rengi neyse, niyetinin rengi de o oluyor… Sonuçta niyetlerimizin aks-i sadasıyla karşılaşıyoruz yaşamımız boyunca. Niyet bir anlamda dua hükmüne geçiyor ve bizim yankımız olup yeniden hayatımıza dönüyor. Hiç kimsenin bilmediği bir ben olarak kâinatın kapalı perdeleri altında ruhumu gizlesem de, onun sahibi olan Zat tarafından ne olduğuma göre muamele görüyorum. Karşıma çıkan her şey, her olay, her bilmecenin ipucu da aslında bana niyetimin bir göstergesi oluyor. Risale-i Nur’da da ihlâs bahsinde geçer, “Suizan eden, suizanna maruz kalır” der orada… Suizan ettiğini senden başka kim bilir? Tabii Yaratıcı dışında, işte bu niyetinin aksi tokadı olarak sana dönen şey de senin aynı duruma düşmendir. Bu gün eğer ruhlarımız acı içinde kıvranıyor ve korkunun içimizde kol gezdiğini düşünüyorsak, niyetlerimizin toplamına dönüp bakmak gerekiyor. Toplumsal travma geçirdiğimizden dem vuruyorsak da aynı şekilde niyetlerimizi kontrol etmemiz gerekiyor. Ve asıl önemli olan da, toplumsal bilincimizi nasıl inşa ettiğimizle ilgili. Kişi kendisine verilen şeyleri nasıl değerlendireceğini öğrenemiyorsa, sonuçta gördüğü kadarıyla kullanacaktır. Bizler, her birimiz ayrı bir âlem olarak çok büyük yeteneklerle donanmış bir hâlde kendi ülkemizin kapısında duruyoruz, ama oraya nasıl gireceğimizi bilemiyorsak, karmaşa yaşamamız da çok normal.İşte bu bilinçlilikten alıkonulan bir toplum neye dönüşürse biz oraya doğru gidiyoruz. Dedikodu, küfür, magazinleşmiş bir toplumsal bilinçlilik için niyetlerin ne olacağı ve akıbetlerin de nereye varacağını hep birlikte görmekteyiz.Suizan bile, kişiye başta ettiği suizan olarak, yüreğini acıtırken, bu da yetmiyormuş gibi kendisi hakkında da aynı düşünceler olarak geri dönerken; kaldı ki, dedikoduyu, küfrü, magazinleşen aklın, yüreğin, kalbin, vicdanın neye dönüşeceğini hepimiz yaşıyoruz. Sancılarını da ortaklaşa çekiyoruz. Mutluluk dediğimiz şey, her şeyden önce yüreğimizin içinden geçenlerin toplamı, o da ruhsal dinginlik, huzur ve anlam bütünlüğünden geçiyor. Anlam bütünlüğümüzü de, duygularımızın dimağında, aklımızla, gönlümüze indiriyoruz. Haydi buyurun, kendi gönlümüzün içinde yitip giden anlam kaosundan nasıl kurtuluruz, önce bunu düşünmeye. Sonra da, niyetlerimizin ışığında yeniden kendimizi inşa etmeye… (Alıntı)</div>GÜL BAHÇESİhttp://www.blogger.com/profile/09157960610590344290noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1562562281468192213.post-33751890913384172202008-11-01T17:16:00.006+02:002008-11-01T18:38:39.500+02:00HAFTA SONU MENÜMÜZ<div align="center">Selam ün aleyküm Gül bahçesi konuklarım; </div><div align="center">Beni de özendirdi yemek bloğu sahibi arkadaşlarım bende bugünkü yemek menümü yayınlayayım dedim. Belki çok özel tarif yok ama yeni denemem bildik tarifler. Tenceresi ayrı olanın tadı ayrı olur demiş atalarımız.Neyse lafı fazla uzatmadan tariflere geçeyim. </div><br /><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhSIvgT0vFACQYfRREfw9nbuevEaEVuuRCK2GcCl172f8pr-K8K86AfqawUOvHlwVO_cguS6M0lYxCUvzievna6kTfsw2a1qdinKs1v1OLN_UG6GWaHoKCmw4A-aY8A9mMH36qpUnze3kF8/s1600-h/DSC00890.bmp"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5263709894246718578" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 400px; CURSOR: hand; HEIGHT: 300px; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhSIvgT0vFACQYfRREfw9nbuevEaEVuuRCK2GcCl172f8pr-K8K86AfqawUOvHlwVO_cguS6M0lYxCUvzievna6kTfsw2a1qdinKs1v1OLN_UG6GWaHoKCmw4A-aY8A9mMH36qpUnze3kF8/s400/DSC00890.bmp" border="0" /></a> İlk yemeğimiz domates çorbası;<br />Malzemeler:<br />4 adet olgun domates(domates olmadığı zaman ben salçayla yapıyorum .)<br />tereyağı yada zeytinyağı<br />1 yemek kaşığı un<br />1 kahve kaşığı maydanoz ve nane<br />kırmızıbiber,karabiber,tuz<br />Yapılışı:<br />Yağı tenceremize koyarız ve bir kaşık unu hafif pembeleşinceye kadar kavururuz.İçerisine domates rendesini,baharatlarını ve suyunu ekleyip(et suyu da olabilir isteğe göre )bilendırlarız.Kaynadıktan . sonra 5 dk kaynatıp altını kapatırız.(nane ve maydanozu ister yemek pişerken isterse piştikten sonra servis yaparken üzerine serpe bilirsiniz.AFİYET OLSUN<br /><br /><br /><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEipxYNPvMTeXsQZZzAktXw5Q4UUh8IQA4l_qPHvkJHe-Qtm8yj-VCdizgjYCvdDCv4xREutl1xWiUXYc2Vy7lAdpathi2MB1CbVnZlcCt5B-7IbbimiiJWQa17jVO4Ne5LsUQiHR5Um1FHT/s1600-h/DSC008925555555555.bmp"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5263709621847880178" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 400px; CURSOR: hand; HEIGHT: 300px; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEipxYNPvMTeXsQZZzAktXw5Q4UUh8IQA4l_qPHvkJHe-Qtm8yj-VCdizgjYCvdDCv4xREutl1xWiUXYc2Vy7lAdpathi2MB1CbVnZlcCt5B-7IbbimiiJWQa17jVO4Ne5LsUQiHR5Um1FHT/s400/DSC008925555555555.bmp" border="0" /></a> İkinci yemeğimiz kapuska;<br />Malzemeler :<br />Küçük boy lahana<br />Yumurta büyüklüğünde kıyma<br />1 adet soğan<br />3 yemek kaşığı bulgur<br />5 yemek kaşığı yeşil mercimek<br />salça ve isteğe bağlı baharatlar<br />3 yemek kaşığı sıvı yağ<br />Yapılışı:<br />Öncelikle lahanalarımızı doğruyoruz.(mercimeği ben bir miktar haşlayıp dolabımda bulundurduğum için hazır siz mercimeği de hafif haşlıyorsunuz.)Yağı tenceremize koyuyoruz,kıymamızı kavurup yemeklik doğradığımız soğanları ilave edip pembeleşene kadar karıştırıyoruz,salça ve baharatları ilave edip lahanayı,bulguru,yeşil mercimeği ve suyunu ilave ediyoruz.NOT:normalde lahana fazla su istemez ama bulgur koyduğumuz için suyu ayarlı koymalıyız.AFİYET OLSUN<br /><br /><div><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiP2qNqn187BB-FCZCibRU7k5U04e6CCJlslgWfTixw1yEAIBGdRPrf6laRkHXHtbeJZnIgBCoUrzWl-ee0nvYEtGcAFlQoJ_JXM1GU0Pwhrux7CMGERoTfPR5EdX0V90neeGfwFmWwjdEu/s1600-h/DSC00891.bmp"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5263709359079449218" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 400px; CURSOR: hand; HEIGHT: 300px; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiP2qNqn187BB-FCZCibRU7k5U04e6CCJlslgWfTixw1yEAIBGdRPrf6laRkHXHtbeJZnIgBCoUrzWl-ee0nvYEtGcAFlQoJ_JXM1GU0Pwhrux7CMGERoTfPR5EdX0V90neeGfwFmWwjdEu/s400/DSC00891.bmp" border="0" /></a> Üçüncü yemeğimiz kavrulmuş mercimekli erişte ;<br />Malzemeler:<br />3 su bardağı evde kesilmiş erişte<br />1 su bardağı yeşil mercimek<br />tereyağı yada margarin<br />Yapılışı:<br />Tenceremizin yayvan ve teflon tencere olması daha iyi olur yağı tenceremize koyarız.eriştelerimizi ilave edip karıştırarak kızarmasını sağlarız.kızardıktan sonra mercimeği ilave edip ,sıcak suyunu ekleriz.(pirinç pilavı pişirdiğimiz gibi suyunu çekene kadar kaynatırız ve demlenmeye bırakırız.)AFİYET OLSUN<br /><div><div><div> </div></div></div></div>GÜL BAHÇESİhttp://www.blogger.com/profile/09157960610590344290noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-1562562281468192213.post-78355399439510616492008-10-31T11:30:00.006+02:002008-11-01T18:49:28.118+02:00DEĞERİNİ BİLMELİ<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgXLh8wNIb0c6YiMh8b-rNvYnEe6Lw481YAnAXRDZxyN1y1ezCDKAABPJTYnImm4SFCJD-Hd6wSh6XCIGvtpgt0bfPBHMXPxxMrHAa1W3tM7ILXPvGcRFMICJeFrwZHtpuPNueWshLs5_ll/s1600-h/image.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5263705611274896962" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 400px; CURSOR: hand; HEIGHT: 320px; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgXLh8wNIb0c6YiMh8b-rNvYnEe6Lw481YAnAXRDZxyN1y1ezCDKAABPJTYnImm4SFCJD-Hd6wSh6XCIGvtpgt0bfPBHMXPxxMrHAa1W3tM7ILXPvGcRFMICJeFrwZHtpuPNueWshLs5_ll/s400/image.jpg" border="0" /></a><br />Hamilelikte başlıyor sorumluluğu annenin.<br />Dikkat etmesi gerekiyor yediğine içtiğine ve en önemlisi;<br />Ruh haline pozitifliğine.<br />Ama en büyük sorumluluk,<br />Dünyaya gözlerini açtığında başlıyor; (şekerpare)<br />Bilmeli bir anne çocuğunun ne dediğini ne istediğini.<br />Konuşmalı, paylaşmalı onunla fikirlerini.<br />Her an ilgilenmeli kızmayı bırakın,<br />En küçük bir “of” diyip itmemeli bile o meleği.<br />Sevgisini ona her zaman yansıtıp göstermeli.<br />Ortam gergin olsa da evladına her zaman gülücükler göndermeli.<br />Yani kısacası:bir anne evladına her zaman değer verip<br />O meleği sabır ve ilgi çerçevesinde yetiştirmeli.<br />BEYZA GüRBÜZ (Küçük kızım)<br /><br />BEBEKLER BANA GÖRE;<br />( AÇILMAMIŞ BİR DEFİNE)GÜL BAHÇESİhttp://www.blogger.com/profile/09157960610590344290noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1562562281468192213.post-38780847369035291602008-10-24T11:46:00.001+03:002008-10-24T12:07:34.354+03:00<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgS55K024l1A0ESOWU-3NZ3143iCG3uAlu1K1t3XstPd0M51COq8-33KvtmkyClAMXghzujqVDP1IPIFuYfO-zC2BIkmKymT675-R_VtUMMTe6D15e2AziNTvKXqnGdRAxBD9t4NFUZc0f7/s1600-h/cuma+mesajı.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5260644474034764658" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 400px; CURSOR: hand; HEIGHT: 300px; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgS55K024l1A0ESOWU-3NZ3143iCG3uAlu1K1t3XstPd0M51COq8-33KvtmkyClAMXghzujqVDP1IPIFuYfO-zC2BIkmKymT675-R_VtUMMTe6D15e2AziNTvKXqnGdRAxBD9t4NFUZc0f7/s400/cuma+mesaj%C4%B1.jpg" border="0" /></a><br /><div></div>GÜL BAHÇESİhttp://www.blogger.com/profile/09157960610590344290noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1562562281468192213.post-18309768511130923402008-10-19T20:31:00.016+03:002008-10-19T22:18:08.201+03:00BEYNİMİZ İÇİN GEREKLİ BESİN DEPOSU<div align="center"><u><span style="color:#0000ff;"></span></u><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjXONfkiLpd4FVlhMV8whA37ndfhpvvFFIDDeDuMVVBifHeUfLpdGf4a9Jx8AXJBuEar6DfPOFW_gUsnDKh40ONkJnyb1kY3ZJFBBLEhiAOcGuwZnxWYvKiZ02pEB4HR35OzTrLkNUsZtof/s1600-h/1.bmp"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5258923615800309074" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; CURSOR: hand; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjXONfkiLpd4FVlhMV8whA37ndfhpvvFFIDDeDuMVVBifHeUfLpdGf4a9Jx8AXJBuEar6DfPOFW_gUsnDKh40ONkJnyb1kY3ZJFBBLEhiAOcGuwZnxWYvKiZ02pEB4HR35OzTrLkNUsZtof/s400/1.bmp" border="0" /></a> Sevgili Gül bahçesi konuklarım bugün sizlerle paylaşmak istediğim konu yukarıdaki resimden de anlayacağınız gibi ; Bal,Badem,Ceviz içi,Çörek otu ve Fındık içi karışımından meydana gelen beynimiz için gerekli vitamini, minerali çokça sağlayan besin deposu.<br /></div><div align="center"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiFBWdz-xCdNKkscLcVC7ZZv84gPb2mtQl9-irwuvWCmGhzmP8tmRI9kuZrMjxMNkTskeYWkCLXK58MmSbY2KF-HBS2IKo_RCpLzW0UXuu30tAycm9anD6DZnJXMkvQo3kiueofCbG24IyQ/s1600-h/2.bmp"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5258922856750575762" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; CURSOR: hand; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiFBWdz-xCdNKkscLcVC7ZZv84gPb2mtQl9-irwuvWCmGhzmP8tmRI9kuZrMjxMNkTskeYWkCLXK58MmSbY2KF-HBS2IKo_RCpLzW0UXuu30tAycm9anD6DZnJXMkvQo3kiueofCbG24IyQ/s400/2.bmp" border="0" /></a>Güne daha sağlıklı başlamak için en önemlisi bir yarış atı misali koşuşturan okula giden çocuklarımız için her gün bir yemek kaşığı alınması gerekiyor.NOT;7 yaşından küçük çocukların kullanımı hakkında bir bilgim yok.<br /><br /><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiH44xpWoQ1NrphKWyFAcuhp6Xc0_T_xmjKKfgzvqj3LbKJUo51sivKZF6sGT27VkvH65s_l7HV3lO1PszQwG0OJqC-GbppfvF86zdqaP-vvNTvf751O2-aFE5HHvOYkOvGZJwAQJHt-pPO/s1600-h/3.bmp"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5258921990558216290" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; CURSOR: hand; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiH44xpWoQ1NrphKWyFAcuhp6Xc0_T_xmjKKfgzvqj3LbKJUo51sivKZF6sGT27VkvH65s_l7HV3lO1PszQwG0OJqC-GbppfvF86zdqaP-vvNTvf751O2-aFE5HHvOYkOvGZJwAQJHt-pPO/s400/3.bmp" border="0" /></a>Bütün malzemeleri robot’tan geçirip öğütüyoruz.<br /><br /><div><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEizCbhbdXkj6qQ3FDfzuh_pWPD8Ugil32BI6O0eo2J_KMUTDGiDt-UaEoPb_cVgHV3yEyMNu_DXJnU8Kusl5nryOgIWkICTNEMf9mwMtE7vRGVQko3cGeIDmM644u0xYdMwku8LI-7DulHm/s1600-h/4.bmp"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5258921132290034498" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; CURSOR: hand; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEizCbhbdXkj6qQ3FDfzuh_pWPD8Ugil32BI6O0eo2J_KMUTDGiDt-UaEoPb_cVgHV3yEyMNu_DXJnU8Kusl5nryOgIWkICTNEMf9mwMtE7vRGVQko3cGeIDmM644u0xYdMwku8LI-7DulHm/s400/4.bmp" border="0" /></a>Daha sonra çukur bir kase içersinde bal ile karıştırıyoruz.<br /><br /><div><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhDKjnt_t9YvertLPKQiMXCO765KFzy1inu74irUIWs8deYXlrakDVIa5jetNm6q43XDd0ykalR0ee7EIj9mgR0V7kPPGWULgcbj8fC5DX-7HL2tGheEbpRKti0oDH4UuWSW_7Us9BVVQmI/s1600-h/5.bmp"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5258920417344486034" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; CURSOR: hand; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhDKjnt_t9YvertLPKQiMXCO765KFzy1inu74irUIWs8deYXlrakDVIa5jetNm6q43XDd0ykalR0ee7EIj9mgR0V7kPPGWULgcbj8fC5DX-7HL2tGheEbpRKti0oDH4UuWSW_7Us9BVVQmI/s400/5.bmp" border="0" /></a>Bu arada belirtmeden geçemeyeceğim bal kendi arılarımızın balı yüzde yüz hakiki bal.<br /><br /><div><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhiwNCxLI9-t2ZFFmnmzSnpbTBsmFWNZyigZJJFViIf7OBTWymu2CfvyCKjTB46og7KqkjOVRwVK93e3fpZiih6BrSJ2qfkSUG7SiQApV1REaEeh-0hvCLXtd2H3BTuEsjPG4FqnddYzDgY/s1600-h/6.bmp"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5258919755746205618" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; CURSOR: hand; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhiwNCxLI9-t2ZFFmnmzSnpbTBsmFWNZyigZJJFViIf7OBTWymu2CfvyCKjTB46og7KqkjOVRwVK93e3fpZiih6BrSJ2qfkSUG7SiQApV1REaEeh-0hvCLXtd2H3BTuEsjPG4FqnddYzDgY/s400/6.bmp" border="0" /></a>Karışımın son hali tadı gerçekten çok güzel benim çocuklarım çok sevdi sizlerinde denemenizi tavsiye ederim.<br /><div> </div></div></div></div><br /></div>GÜL BAHÇESİhttp://www.blogger.com/profile/09157960610590344290noreply@blogger.com4tag:blogger.com,1999:blog-1562562281468192213.post-18737734564274291492008-10-17T12:39:00.004+03:002008-10-17T12:47:12.066+03:00MUHAMMED BOZDAĞ'DAN BESLENME ÖNERİLERİ<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj9uP8QZ639oYTRNnqqAqz60ciI_SA6kyeW2i5bX4t4riD9TXLvOnsFFQRDUMD3aGKgs5avTfMHfSCy2_3ioPUOEJZC7F-Ds2txLAumD93AuunHwJH9SQu2ez9BAk0z37iPWlEhTLdlZks_/s1600-h/Günbatımı.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5258056830812367346" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; CURSOR: hand; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj9uP8QZ639oYTRNnqqAqz60ciI_SA6kyeW2i5bX4t4riD9TXLvOnsFFQRDUMD3aGKgs5avTfMHfSCy2_3ioPUOEJZC7F-Ds2txLAumD93AuunHwJH9SQu2ez9BAk0z37iPWlEhTLdlZks_/s400/G%C3%BCnbat%C4%B1m%C4%B1.jpg" border="0" /></a><br />Özetle beslenme şeklinin, zamanının ve niteliğinin hayatımıza etkisi büyük olacak. Vücut kimyamızın sağlığı psikolojimizi ve psikolojimiz de başarımızı biçimlendirecek.<br />Öneriler:<br /><div>1.Her öğünde midenin 1/3'ünü rahat solumak için boş bırakmalı<br /></div><div>2.Bol sıvı gıdalar almak veya bol su içmek</div><br /><div>3.Uyumadan önce 2.5 saat boyunca hiç bir şey yememek</div><br /><div>4.Hacmi az fakat besin değeri yönünden yeterli gıdalar almak</div><br /><div>5.Çok yavaş yemek (20-30 dakikaya yaymak)</div><br /><div>6.Bol miktarda çiğneyerek yemek</div><br /><div>7.Yapısal olarak zıt, çok sayıda farklı türde besinleri bir arada almamak</div><br /><div>8.Sık atıştırmalardan kaçınmak<br />Beslenme Alışkanlıklarına Dikkat:<br />Zihinsel ve bedensel enerjimizi en fazla etkileyen hususlardan biri yemek yeme biçimimizdir. Sağlıksız bir yemek stratejisi kişinin bedeninin hızlı çökmesine, hafıza, düşünme ve kavrama yeteneğinin bulanıklaşmasına yol açar. Eğer günde 8 saat uyuduğunuz halde kendinizi hala yorgun hissediyorsanız, bedensel ve zihinsel işleriniz sizi çabucak yoruyorsa, çevrenizdeki insanlara göre hafıza ve düşüncenizde bir eksiklik görüyorsanız tanıştığınız bir insanın ismini birkaç dakikada unutuyorsanız mutlaka yemek alışkanlığınızı gözden geçirmelisiniz. Vücudumuzu ve zihnimizi tahrip eden ve stres üreten hatalı beslenme alışkanlıkları şöyle özetlenebilir:<br />1.Mideyi tıka basa doldurarak yemek</div><br /><div>2.Mideyi katı yiyeceklerle doldurmak</div><br /><div>3.Uyumaya yakın bir sırada yemek</div><br /><div>4.Besin değeri yönünden yetersiz gıdaları almak</div><br /><div>5.Çok hızlı yemek </div><br /><div>6. Yeterince çiğnemeden yemek</div><br /><div>7.Yapısal olarak zıt çok sayıda farklı türde besinleri bir arada almak</div><br /><div>8.Çok sık aralıklarla yemek ve su içmek<br /><br />Midenizi aşırı doldurmayınız:<br />Her yemek yediğimizde midemizin üçte biri boş kalmalıdır. Tam olarak dolu mide sağlığımızın zaman içinde bozulmasına, can sıkıntısına ve erken yaşlanmaya neden olur.<br />Midemiz dolduktan sonra dolaşımdaki kanın çok önemli bir kısmı mide içi muhteviyatının parçalanması için görev alır. Bu sırada beyni besleyen kan miktarında azalma olur. Parçalanma işlemi uzadıkça beynin yetersiz oksijenle beslenme süresi uzar. dikkat edelim: Midemiz iyice dolu olduğunda iyi bir konuşma yapamayız, başarılı bir makale yazamayız. Hatta oruçlu bir kimsenin iftar yemeğinden sonra genellikle iç bedeninde üşüme hissetmesi kanın genel dolaşımdan büyük ölçüde çekilmiş olmasından kaynaklanır. Kan mideye hücum etmiş, uzak organlardaki kılcallardan büyük ölçüde çekilmiştir. Bu durumda zihnimiz hem yeterli enerjiden mahrumdur, hem de meşguliyetinin önemli bir kısmını sindirim sistemimizin kontrol ve yönetimine ayırmaktadır.<br />Midemizi tıka basa doldurduğumuzda midenin peristaltik hareketi çok güç hale gelir. Bu durum karın bölgesinde basınç hissetmemize neden olur. Bu basınç içten gelen bir stres ve gerginlik üretir. Ayrıca dolu mide kalbin yer aldığı üst göğüs bölgesine basınç yaptığından diyafram yönünde nefes alınamayacağı için ciğerler az miktarda oksijenle yetinmek zorunda kalır. Bu da kandaki oksijen oranının azalmasına ve dolaysıyla beynin diğer uzuvlar gibi yeterli besinden mahrum kalmasına neden olur.<br />Zihinsel ve bedensel olarak genç, dinç, dinamik, sağlıklı ve güzel olmak istiyorsak yemek miktarımızı azaltmalıyız. Dr. Clive McClay bir deneyinde denek farelerinin yiyeceğini yarıya indirdiğinde iki kat daha uzun yaşadıklarını tespit etmiştir. Yine yapılan bir araştırmada har canlının ortalama yemek miktarıyla ömrü arasında oransal bir ilişki olduğu tespit edilmiştir.<br />Midemizi katı yiyeceklerle doldurmamalıyız:<br />Aksi taktirde mide içeriğinin gerekli öz suyunu her tarafa nüfuz ettirmesi güçleşir, hazım gecikir. Sindirim sistemi yorulur. Ayrıca mide-bağırsak sisteminde parçalanan gıdaların emilimi de zorlaşır ve aldığımız besinin çok önemli bir kısmı atılmak durumunda kalır.<br />Uyumaya yakın bir sırada yememeliyiz:<br />Aksi halde beyin uyku esnasında gerekli çok önemli işleri yapamaz.(Uyku Bölümüne bakınız.) Beyin günlük duygusal ve bedensel bozulmaları tamir işi ile midenin tahliye edilmesi işi arasında büyük çaba sarf eder. Uykuda gerekli fonksiyonlar gerçekleştirilemediğinde dinlenememiş olarak uyanırız ve midemizde yavaş yavaş büyüyecek olan bir rahatsızlık hissederiz. Böyle bir alışkanlığın devamı hem bedenin hücrelerinin düzenli yenilememesine hem de stres ve uzun vadede depresyona yol açar. Bu durum düşünce akışının kilitlenmesinin önemli nedenlerinden biridir.<br />Besin değeri yetersiz gıdalar almamalıyız:<br />Aksi taktirde beyin düzenleyici işlerinde ihtiyaç duyduğu yapıtaşlarından mahrum kalır. Mümkün olduğu kadar az gıda ile beslenmeliyiz ama aldığımız besinler mümkün olduğu kadar farklı olmalıdır. Her çeşit sebze, meyve ve et türlerinden az miktarlarda alabilmeliyiz. Ancak farklı türleri aynı öğünde yemekten çekinmeliyiz. örneğin meyve, sebze,et, süt, patates bir arada alınmamalıdır. Alkali ve asit karakterli maddeler bir arada alınmamalıdır. Örneğin et türü ile hamur türü birbiriyle çelişir. Farklı yapıdaki maddeler farklı sindirildiğinden bir arada alındıklarında birbirlerini olumsuz etkilerler ve sağlıklı sindirilemezler. Bu durumda midede mayalanma olur ve biz sonucu gazın artması, ekşime olması şeklinde algılarız. Bu yolla enerjimizin önemli bir kısmını kaybetmiş, gereksiz yere sindirim sistemimizi yormuş, aldığımız enerji kullanamamış oluruz.<br />Yemekler hızlı yenilmemelidir:<br />Yavaşça ve ağızda yeterince çiğneyerek yemeliyiz. Bir öğün yemek için kendimize 30 dakika zaman ayırmalıyız. Pirinç, patates, ekmek gibi nişasta içeren yiyecekler tükürükte salgılanan pityalin maddesiyle parçalanırlar. Yeterli tükürük olmadığında bu gıdaların alınması fazla bir işe yaramaz. Ayrıca tükürükteki zararlı mikropları öldürücü özellik alınan gıdanın daha ağızdayken içerisinde yer alan mikropların önemli bir kısmını imha eder. Tükürük salgısı bir yana, dişlerimizle iyice parçalayacağımız gıdalar midede kolaylıkla hazım olur. Zihin ve diğer sistemler çok yorucu işlerle gereksiz yere meşgul olmaktan kurtulmuş olurlar.<br />Mutlaka belirli zamanlarda yemeliyiz:<br />Yemek bittikten kısa bir süre sonra beyin aldığımız gıdanın yoğunluğunu hesaplar ve hangi şiddette asitli ortama ihtiyaç olduğunu tespit eder. salgılanacak mide özsuyu ihtiyacın biraz altında olduğunda midemiz asla boşalmaz. Biraz üzerinde olduğunda ise asit mide duvarını yakar, gastrit ve arkasından ülser hastalığı kapımızı çalar. Mide son derece hassas bir dengeye sahiptir. Mide özsuyu çinkoyu eritebilecek keskinliktedir. Ancak midenin etten yaratılmış olan duvarının delinmemesi için mide içi mukozası, salgıladığı sıvılarla bazik ortam oluşturan özel hücrelerle kuşatılmıştır. Asitli ortam mide iç duvarını kuşatan bazik sıvı katmana temas ettiğinde nötrleşir. Ancak her iki ortam aynı güçte ve dengede olmak zorundadır. Yemekten sonra mide içeriği parçalanmadan su içtiğimizde içeriğin asit yoğunluğunu değiştirmiş oluruz. Yeniden özsuyu salgılanmak zorunda kalınır. Bir şeyler atıştırdığımızda durum çok daha kötüleşir. Her defasında mide içeriğinin parçalanması sürekli geciktirilerek sindirim sistemi yorulur. Beyin devamlı mide ile meşgul edildiğinden zihinsel faaliyetler yavaşlar. Ayrıca mide ve buna bağlı diğer hastalıkların tohumu ekilmiş olur. Dolaysıyla suyu yemek önceyi veya yemek sırasında alabiliriz, ama yemek bittikten sonra alamayız. Su veya diğer besinleri tekrar almak istiyorsak yemekten sonra aradan 3 saat geçmelidir. Yemek rejimimizde saatlerimiz kesin hatlarla ayrılmalıdır. Örneğin 8.00-12.00-19.00 saatleri artı eksi bir olmak üzere üç öğün yemek için uygun periyotlar olarak düşünülebilir<br />Meyveler yalnız alınmamalıdır:<br />Meyve yemekten 30 dakika önce veya 3 saat sonra alınmalıdır. Zihinsel faaliyetlerimin gerektirdiği enerji kaynaklarının en önemli parçalarından birini meyveler oluşturur. Bildiğiniz gibi beynin oksijen dışındaki tek enerjisi glikozdur. Glikoz ise meyvelerde hazır olarak bulunur. Diğer şeker türleri ancak yakılmak suretiyle glikoza çevrilebilir. Bu durumda meyveleri aç karnına yemeliyiz. Meyve derhal bağırsaklara inecek parçalanması ve besin içeriğinin emilişi 20 dakikada tamamlanacaktır. Besinlerimizin en önemli kısmını meyveler oluşturmalıdır. Ancak bilinmelidir ki mide dolu iken alınan meyve midede kalacak, mayalanacak ve besin değeri kaybolacağı gibi bütün sistemlerimizi yoracaktır.<br /><br />Hatalı beslenmenin sonuçları:<br />1. Vücudumuzda dakikada 10 milyon hücre ölür ve bir o kadarı yaratılır. Ortalama olarak kabul edersek 100 günde beyin-sinir hücreleri hariç bütün vücudumuz yenilenir. Kötü yeme alışkanlığı yenileme sistemini aksatır ve cildimiz canlılığını,netlik, tazelik ve temizliğini kaybeder. Ayrıca temizleme sistemi yetersiz kalacağı için vücut kısa sürede çöplüğe dönüşür ve içten içe çürümeğe, hastalıklara hazır olmaya başlar.2. Gün boyu hissedilen yok edilemeyen yorgunluk çabuk yorulma veya baş ağrısı oluşur.3.Vücut rahat yönetilemediğinden kontrolü güçleşir, irade zayıflar, hayat durgun ve bunaltıcı olur.4.Zorlukların üreteceği stres düşünce akışını bloke eder. Düşünce ve hafıza sistemi bulanıklaşır.5.Zihin oksijen ve glikozdan mahrum bırakıldığından veya düşünce ve aktif uyarımdan yoksun kaldığından gittikçe körelir, tembelleşir, zeka kaybı oluşur.<br />Yukarıda sözünü ettiğimiz sorunlardan herhangi biriyle tanışıyorsanız yemek rejiminizde derhal değişiklik yapmalısınız. Hayatınızın 10 gün gibi bir sürede değişebildiğini göreceksiniz.<br /><br />Temel Beslenme Prensipleri:<br />İşe öncelikle vücudunuzu temizlemekle başlamalısınız. Bunun için bir hafta boyunca yemek miktarınızı hiç değilse 1/3 oranında azaltmalısınız. Bu süre içinde hamur ve et türlerinden kesinlikle uzak durmalısınız. Ayrıca yemekleriniz dayanabileceğiniz kadar az tuzlu ve az yağlı olmalıdır. Çok yemeğe ihtiyaç duyuyorsanız açlığınızı sadece meyve ile gidermeyi tercih etmelisiniz. Bol miktarda haşlanmış sebze türleri ve mümkün olduğu kadar sulu sebze çorbaları içmelisiniz.<br />Aşırı yemeğe alışkınsanız yemeğinizi azalttığınızda kendinizi yorgun hissedebilirsiniz. Bunun nedeni çok yediğinizde gıdaların önemli bir bölümü atıldığı gibi bir anda az yemeye başladığınızda eski alışkanlığın sindirim sistemince devam ettirilmesidir. Vücudun kendini yeni duruma ayarlayabilmesi zaman alabilir. Bu geçiş döneminde hacmi az fakat enerji içeriği yoğun olan bal ve pekmez gibi tatlıları almanızı tavsiye ediyoruz. Saat 23.00'de uyuyorsanız en geç saat 20.30'da akşam yemeğini yemiş olmalısınız. Bu bir haftalık sadece sebze ve meyveye dayalı rejimle ani bir değişim hissedeceksiniz.<br />Vücudunuzda oluşturduğunuz tahribat çok aşırı ise değişim bir aya kadar gecikebilir. Bu rahatlama noktasına ulaştıktan sonra aynı sıkı rejimi devam ettirmemiz gerekmez ancak yine de belli prensipler çerçevesinde kendimizi beslemeliyiz:<br />1. Yemek miktarını azaltalım: Her defasında yemek miktarımızı göz kararı ile ölçmeliyiz. Yiyeceğimiz toplam miktarın önceden bilincinde olmalıyız. Yemeğimizi hacim yönünden azaltmalıyız ama ani açlığı tavsiye etmiyoruz. Çünkü bunu hem iradi olarak başarmak güçtür, orta vadede daha çok yememize neden olur hem de ani değişim vücudun alıştığı israflı işleyen sistemde daha olumsuz etkiler oluşturur. Ancak Peygamberimizin de buyurduğu gibi midemizin 1/3 ü su ile , 1/3'ü yemek ile dolu olmalı 1/3'ü ise ciğerlerin diyaframdan rahat nefes alabilmesi için boş bırakılmalıdır.<br />Yemeklerimiz en az yarı yarıya su içermeli veya katı yiyecekler alıyorsak aradaki farkı yemek esnasında bol miktarda su içerek telafi etmeliyiz.<br />3. Uyumaya yakın yemek yemeyelim: Almanya'da yapılmış olan bir araştırma saat 23.00'de uyuyan bir kişinin akşam yemeğini en geç saat 20.30'da yemiş olması gerektiğini ortaya koymuştur.<br />4. Farklı gıdalar alalım: Gıdalarınız her gün değişebilmelidir. Farklı meyve ve sebze türlerini haftalık yemek sistemimiz içerisinde yaymalıyız.<br />5. Hızlı yemeyelim: Her yemek öğününe 30 dakikalık zaman ayırabilmeliyiz. Mide doyma hissini 20 dakikadan önce beyne ulaştıramaz. Bu süre içinde çok hızlı ve aşırı yerseniz bu süre dolmadan çok yediğiniz halde doyduğunuzu fark edemezsiniz. Oysa bir kaç lokmayı 20 dakikaya yayarak aldığınızda çok az yemekle doygunluk hissine ulaşabilirsiniz. Bu süreçte lokmalarınızı bıkmadan iyice çiğneyerek yutmalısınız. Çorbaları bile çiğneyerek yemenizi öneriyorum.<br />6. Türleri aynı öğünde karıştırmayalım: Pirinç, patates, vb. nişasta içeren hamur türlerini et, süt, balık gibi hayvan türleriyle aynı öğünlerde almamalıyız. Meyveleri kesinlikle aç karnına yemeliyiz ve her defasında farklı meyveler almalıyız.<br />7. Yemek öğün vakitlerini kontrol edelim: Yemek öğünlerimiz arasında midemiz temizlenmeden veya (yemeğin türüne görü süre değişebilir) yaklaşık 3 saat geçmedikçe yemek yememeli, su içmemeli veya atıştırmamalıyız.<br />Yemek rejimi konusunda hayatımıza uyarlayacağımız yukarıdaki düzenlemeler bütün faaliyetlerimizde heyecanlandırıcı bir etkinliğe doğru süratle ilerlememizi sağlayacaktır. Bedenimiz taşımak zorunda olduğumuz ağır bir yük olmaktan çıkacak; konuşmak, çalışmak, öğrenmek, insanlarla iletişim içerisinde bulunmak zevkli bir uğraşı haline gelecektir.<br />Muhammed Bozdağ Yetenek.com</div>GÜL BAHÇESİhttp://www.blogger.com/profile/09157960610590344290noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1562562281468192213.post-71261835224449153612008-10-17T11:50:00.003+03:002008-10-17T11:51:39.035+03:00<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiCRW-JQG0yaQHuEsNxYnfbmMXvcEMSWB2szaALbOpyCydJ-gM3-deJzfJctD-uCSkXqQz97YFwjNNKIbKPogHwUtnNtNd3RCIslMttsVnztSWKgjQNmAwb6LtmwU_TLaX9PeCOSgaBPAKa/s1600-h/cid010201c64e9c56972ad0vb6.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5258042567266177026" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; CURSOR: hand; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiCRW-JQG0yaQHuEsNxYnfbmMXvcEMSWB2szaALbOpyCydJ-gM3-deJzfJctD-uCSkXqQz97YFwjNNKIbKPogHwUtnNtNd3RCIslMttsVnztSWKgjQNmAwb6LtmwU_TLaX9PeCOSgaBPAKa/s400/cid010201c64e9c56972ad0vb6.jpg" border="0" /></a><br /><br /><div></div>GÜL BAHÇESİhttp://www.blogger.com/profile/09157960610590344290noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1562562281468192213.post-83089571975715588492008-09-14T14:01:00.002+03:002008-09-14T14:09:18.123+03:00KÜÇÜK BİR VECİZE<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgqnYlTkYTnq5WihgfdvKll9xVM-uZMq0gmbmQ8S-UHElsz0ckRxtHXQnTq7EdXTimE9wDHVebIgOE_qRm0b5IBGTQII21cFshbQbMYCqQTN78WP6_oLMstkTYi_jHBbZ66InmqkKDIfLe1/s1600-h/806.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5245832434389494754" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; CURSOR: hand; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgqnYlTkYTnq5WihgfdvKll9xVM-uZMq0gmbmQ8S-UHElsz0ckRxtHXQnTq7EdXTimE9wDHVebIgOE_qRm0b5IBGTQII21cFshbQbMYCqQTN78WP6_oLMstkTYi_jHBbZ66InmqkKDIfLe1/s400/806.jpg" border="0" /></a><br /><div><div>Bir adam Ramazan sohbetlerinde diliyle hep cömertlikten söz ediyor; ama eliyle hiç de cömertlik yapmıyordu. İşte bu adam bir gün İbrahim Edhem'e rica etti: - Herkese nasihat ediyorsun, bana da nasihat et.. İbrahim tek cümlelik nasihatini şöyle yaptı: - Sen açığı kapa, kapalıyı da aç sana yeter!. Adam bir şey anlamamıştı. Mecburen sordu: - Açık nedir ki onu kapayayım, kapalı nedir ki onu da açayım? İbrahim de kısaca anlattı: - Açık olan hep cömertlikten söz eden ağzındır. Onu kapa. Kapalı olan da yoksula hiç açmadığın kesendir. Onu aç. Bu sana yeter! Düşünmeye başlayan hakperest adam, tebessüm ederek söylendi: -Vallahi bir doğru ancak bu kadar veciz söylenebilir!. Bu söz gerçeğin ta kendisidir! Bu güzel ikazdan sonra ben de ağzımı kapıyor, artık kesemi yoksula açıyorum.. Ne dersiniz, bu sözün bize de şümulü olabilir mi? Biz de Ramazan boyunca hep cömertlikten, yardımdan söz ediyor; ama elimiz cüzdanımıza bir türlü varmıyor, bir yoksulun yüzünü güldüren yardımda bulunamıyor muyuz? Bizim de açığı kapayıp kapalıyı açmaya ihtiyacımız var mı yoksa? Bir düşünsek mi acaba </div></div>GÜL BAHÇESİhttp://www.blogger.com/profile/09157960610590344290noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-1562562281468192213.post-60264774667425474722008-09-14T13:43:00.003+03:002008-09-14T13:47:51.341+03:00RAMAZAN;Cennetin Süslendigi Ay<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhJe61MvPW_qH687Pik8gZrW_kOSjuKmhNHZG0N25edwB-HMCBMYHrJjvbbtBfG_th9leMewBFmbXaST3yN6cr4FyVl9P-IJ6Imjp8nemAMDusyvC8QPjzrN34Xy6ZMDYf1XcyJ-wuVGId7/s1600-h/clipimage002iq5uu8.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5245826335940036834" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; CURSOR: hand; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhJe61MvPW_qH687Pik8gZrW_kOSjuKmhNHZG0N25edwB-HMCBMYHrJjvbbtBfG_th9leMewBFmbXaST3yN6cr4FyVl9P-IJ6Imjp8nemAMDusyvC8QPjzrN34Xy6ZMDYf1XcyJ-wuVGId7/s400/clipimage002iq5uu8.jpg" border="0" /></a><br />.İbni Abbas Radiyallâhu Anhüma, Hz. Peygamber Sallallâhu Aleyhi Vesellemden şöyle işittiğini rivayet ediyor: "Şüphesiz ki, Cennet, bir sene boyunca Ramazan ayının girmesi için süslenir. Ramazan’ın ilk gecesi olunca “Müsire” denilen bir rüzgar, Arş’ın altından eser. Cennet ağaçlarının yaprağı ve kapılarının halkaları şiddetle sallanır ve bundan dolayı tatlı bir ses işitilir ki, dinleyiciler bundan daha güzelini hiç işitmemişlerdir. Böylece Cennet hurileri meydana çıkıp Cennetin en yüksek yerinde dururlar ve şöyle seslenirler: “Evlenmek isteyen yok mu?” Allah onu evlendirir. Sonra huriler derler ki: “Ey Cennetin bekçisi! Bu gece nedir?” Bekçi saygıyla cevap verir: “Bu gece, Ramazan ayının ilk gecesidir. Muhammed’in Sallallâhu Aleyhi Vesellem ümmetinden oruç tutanlar için Cennetin kapıları açıldı.” Sonra Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem buyurdu ki: Allah (Azze ve Celle) şöyle buyurur: “Ey Rıdvan (Cennetin bekçisi)! Cennetlerin kapılarını aç ve ey Malik (Cehennemin bekçisi)! Cehennemin kapılarını Muhammed Sallallâhu Aleyhi Vesellemin ümmetinden oruç tutanlara kapat! “Ey Cebrail! Yeryüzüne in, şeytanların azgınlarına kelepçe vurup zincirlerle bağla, sonra onları denize at ki, Sevgili Habibim Muhammed’in (Sallallâhu Aleyhi Vesellem) ümmetinin oruçlarını ifsat etmesinler.” Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem daha sonra şöyle buyurdu: Allah (Azze ve Celle) Ramazan ayının her gecesinde, bir münâdiye (çağrıcıya) üç defa şöyle nidâ etmesini (seslenmesini) söyler: “Bir şey isteyen yok mu, isteğini vereyim. “Hiç tövbe eden yok mu, tövbesini kabul edeyim. “Mağfiret dileyen yok mu, bağışlayayım. “Kim fakire değil, zengine; zalime değil, vefakâra borç verecek?” Resul-i Ekrem Sallallâhu Aleyhi Vesellem devamla şöyle buyurdu: Ramazan ayının her gününde iftar anında Allah (Azze ve Celle) hepsi de Cehennemi hak etmiş olan bir milyon kişiyi Cehennemden kurtarır. Ramazan ayının son günü olunca Allah Teâlâ ayın başından sonuna kadar Cehennemden kurtardığı kimselerin toplamı kadarını daha kurtarır. Kadir Gecesi olunca Allah (Azze ve Celle) Cebrail’e (Aleyhisselâm) emreder. Cebrail Aleyhisselâm meleklerle beraber yanlarında yeşil bir sancakla yeryüzüne inerler. Sancağı Kâbe’nin üzerine dikerler. Bu sancağın yüz kanadı vardır. Bunlardan ikisi bu gecenin dışında açılmaz. Cebrail Aleyhisselâm o iki kanadı bu gece açar ki, bunlar doğudan batıya ulaşır. Cebrail Aleyhisselâm bu gece melekleri teşvik eder. Onlar da her ayakta durana, oturana, namaz kılana ve zikredene selâm verirler ve onlarla musafaha ederler, tokalaşırlar. Yaptıkları dualara “Âmin” derler. Bu iş, tan yeri ağarıncaya kadar devam eder. Tan yeri ağarınca Cebrail Aleyhissalâm: “Ey melekler topluluğu! Gitmeye hazırlanınız” der. Melekler: “Ya Cebrail, Allah Teâlâ Muhammed’in (Sallallâhu Aleyhi Vesellem) ümmetinden olan mü’minlerin ihtiyaçlarını ne yaptı?” derler. Cebrail Aleyhisselâm şöyle cevap verir: “Allah Teâlâ, bu gece onlara rahmet nazarıyla baktı ve onları affedip bağışladı. Ancak dört grup hariç.” Râvi der ki: “Ya Resulallah! Onlar kim?” dediğimizde, buyurdu ki: “İçki içmeye devam eden, anababasına âsi olan, akrabalık bağlarını gözetmeyen ve müşahin.” “Ya Resulullah! ‘Müşahin’ nedir?” dedik: “İnsanlar arasındaki dostluk bağlarını kesen, fitne ve fesat çıkartan kimsedir” buyurdu. Bayram gecesi olunca, bu geceye mükâfat gecesi ismi verilir. Bayram sabahı olunca Allah (Azze ve Celle) melekleri her memlekete gönderir. Yeryüzüne inerler, sokak başlarını tutup insanların ve cinlerin dışındaki bütün yaratıklara işittirecek bir sesle bağırıp: “Ey Muhammed ümmeti! Çok ihsan eden ve büyük günahlarınızı bağışlayan Rabbinizin huzuruna çıkınız” derler. Onlar namazgâhlarına çıkınca Allah (Azze ve Celle) meleklere: “İşini yapan işçinin mükâfatı nedir?” diye sorar. Melekler: “Ey yüce Allah’ımız ve Mevlâmız! Onun mükâfatı ve ücretini tam olarak vermendir” derler. Bunun üzerine Allah Teâlâ: “Ey meleklerim! Sizi şahit tutuyorum ki, Ben onlara Ramazan ayındaki oruçlarının ve namazlarının sevabı olarak rızamı ve mağfiretimi verdim” dedi ve sonra şöyle buyurdu: “Ey kullarım! Benden isteyiniz. İzzetim ve Celalim hakkı için bugün Benden âhiretiniz için biriktirmek üzere ne isterseniz mutlaka veririm. Dünyanız için istediğiniz şeyde de size bakarım. “İzzetim hakkı için siz Benim rızamı gözettiğiniz müddetçe, Ben de sizin hatalarınızı örterim. “İzzetim ve Celalim hakkı için hak sahipleri ve idareciler önünde sizi rezil ve rüsvay etmem. “Siz Beni razı ettiniz, Ben de sizden razı olduğum halde bağışlanmış olarak dönünüz.” Bu sebeple melekler sevinir ve Ramazan sonunda iftar ettiklerinde Allah’ın (Azze ve Celle) bu ümmete vereceği mükâfatı müjdelerler.<br /><a href="http://www.saidnursi.de/forum/profile.php?mode=viewprofile&u=5257"></a><a href="http://www.saidnursi.de/forum/privmsg.php?mode=post&u=5257"></a><a href="http://www.gencyaklasim.com/" target="_userwww"></a>GÜL BAHÇESİhttp://www.blogger.com/profile/09157960610590344290noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1562562281468192213.post-56911857201612212882008-09-14T13:20:00.002+03:002008-09-14T13:24:30.271+03:00RAMAZANDA ÇOCUK OLMAK<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhL73ttqP5i0hr57iuBe4Y4JiOAA2e6aAqxHa1qQQiuml-OjHHIgvmRZ2LsbGKQ2KvlolC5sKXk_nxTzm8HjLq2GIpc-hC4qLOAB5yd5P5zGVd3ym8zG5-322OYCgs6pYqIqKbL25T8qJw2/s1600-h/498990236_185d78ee19.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5245820598315731938" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; CURSOR: hand; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhL73ttqP5i0hr57iuBe4Y4JiOAA2e6aAqxHa1qQQiuml-OjHHIgvmRZ2LsbGKQ2KvlolC5sKXk_nxTzm8HjLq2GIpc-hC4qLOAB5yd5P5zGVd3ym8zG5-322OYCgs6pYqIqKbL25T8qJw2/s400/498990236_185d78ee19.jpg" border="0" /></a><br /><div align="center">Çocuk dünyanın her yerinde saflığın, masumiyetin ve şirinliğin sembolüdür. İster siyah olsun ister beyaz, ister Kızılderili olsun ister sarı benizli, çocuk hep sevimli ve sempatiktir. “Her çocuk İslâm fıtratı üzerine” doğduğundan, çocuklar Müslüman olarak dünyaya gelirler. Daha sonra anne ve babası tarafından inancı şekillendirilir.Rabbimize sonsuz şükürler olun ki bizler Müslüman bir anne ve babadan ve bir İslâm ülkesinden dünyaya gelmişiz. Doğduğumuz zaman bir kulağımıza ezan, bir kulağımıza kamet okunmuş.Yani Ezan-ı Muhammedî’ye doğuştan âşinayız. Annelerimizin söylediği ninniler, ilâhilerden ve dinî ezgilerden motifler taşıyordu. Gözümüzü açıp çevremize baktığımız zaman, sakalı nurlanmış dedelerimizi namaz kılarken, nur yüzlü ninelerimizi tesbih çekerken gördük.Çok küçük yaşlarda, Allah adı hafızalarımıza kazındı. Belki birçoğumuz konuşmaya başlarken ilk telâffuz ettiğimiz kelime, “Allah” olmuştur. Zamanla ailelerdeki dinî duyarlılık bir miktar azalmış ve İslâmî yaşantı eskisi kadar göze çarpmaz olmuş olsa da, yine de Müslüman anne babaya ve İslâm ülkesine sahip olmanın avantajları devam etmektedir.Cuma günlerinde, kandil gecelerinde, Ramazan aylarında ve dinî bayramlarda bunu daha iyi anlıyoruz. Bu mübarek gün ve gecelerde yapılan ibadetlere çocukların da iştirak etmesi, onları daha bir sevimli kılmaktadır.Biz de bu yazı dizisinde, içinde bulunduğumuz Ramazan ayının mânâ ve mahiyetine münasip olarak, çocukların bu aydaki sevimli hallerinden, sevinçlerinden, ibadetlerinden bahsedeceğiz.Masum yüzlerindeki ibadet sevinçlerini, temiz kalplerindeki iman pırıltılarını, küçük ruhlarındaki büyük asaletlerini görmeye ve anlamaya çalışacağız.Kimi gün kendi çocukluğumuza dönecek, tatlı hatıralarımızı yâd edecek, kimi gün bugünkü çocukların arasına katılıp onların Ramazan ve bayram sevinçlerini paylaşmaya çalışacağız.Bütün çocukların ve çocuk ruhlu büyüklerin Ramazanını tebrik ediyorum. </div>GÜL BAHÇESİhttp://www.blogger.com/profile/09157960610590344290noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1562562281468192213.post-56718920774187545342008-08-13T08:06:00.003+03:002008-08-13T08:12:01.062+03:00ZAMANIMIZDAKİ ERGENLİK<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhX1UW6ryB-YC6KsVI-o03AeAaPpSiQXi5uR41Vbq5IU-s3kL0spmsBeCx4CVkYVbsKs6lKPS8F_amZpPghOqeiuKvof49XGwdrHB34R3NtTZClGZjVHsEAuin7cQJoL97m_zBUYnyGGJbx/s1600-h/kucukaycicegi.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5233865630867250498" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; CURSOR: hand; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhX1UW6ryB-YC6KsVI-o03AeAaPpSiQXi5uR41Vbq5IU-s3kL0spmsBeCx4CVkYVbsKs6lKPS8F_amZpPghOqeiuKvof49XGwdrHB34R3NtTZClGZjVHsEAuin7cQJoL97m_zBUYnyGGJbx/s400/kucukaycicegi.jpg" border="0" /></a><br /><div><br />EN SAMİMİ ARKADAŞLARIMA bakıyorum, çok tuhaf davranışlar sergiliyorlar. Sevgim sebebiyle kızamıyorum. Kızsam da bunu devam ettiremiyorum. Onları anlamak istedim. Bu arada kendime de baktım, aynı tuhaflıkların kendimde de olduğunu hissettim.<br />Aklıma, Bediüzzaman’ın: “Şeytanın en büyük desisesi, insana kusurunu kabul ettirmemektir” fikri geldi. “Zaten kalbimin hatıratını bilen Biri var; tevil etmenin bir anlamı yok.” deyip, “Kusurunu kabul etmek bir tevbe başlangıcıdır.” diye düşünerek kendimle cedelleşmeye başladım. Eski kitaplarımı karıştırdım. Eğitim Psikolojisi gibi eserlerde Ergenlik Çağı davranışlarıyla, bu devrin insanlarının davranışlarında, bir benzeşme, bir örtüşmeyi görünce çok şaşırdım.<br />Bediüzzaman’ın, bu devirdeki ilişkilerde ölçü; “şeyh ile mürid, peder ile evlat mabeynindeki ölçü değildir” deyişi, şimdi zihnimde daha da anlam kazandı.<br />Artık insanların çoğunun, belki enaniyetten - tabi ki buna ben de dahilim - ergenlik çağında gençlerde görülen davranışları sergilediğini söyleyebilirim. Bu kabul edilince, iyi ilişkiler kurmak biraz daha kolaylaşıyor. Bizler de davranışlarımızı bu yeni tespite göre ayarlamalıyız. Ben gençlerin ergenlik çağıyla ilgili durumlarını, kendimize de tatbik ettim bakın neler çıktı. Siz isterseniz bunları evlatlarınıza, isterseniz arkadaşlarınıza uygulayabilirsiniz.<br />İnsanlar artık :<br />Durağan değil, değişkendirler. Değişkenlik onların duygularında, düşüncelerinde, davranışlarında ve ilişkilerinde. Onları sabit bir kalıba koyup değerlendirmemeliyiz. Anlamaya, oldukları gibi kabul etmeye çalışmalıyız.<br />Otoriteye karşıdırlar. Onlara çok otoriter davranmamalıyız. Amirane davranışlar çok tehlikeli olur. Eşit şartlarda olan arkadaşlar olduğumuzu hiç unutmamalıyız<br />Otoriteye karşı gelmeleri, itiraz etmeleri, saygısız olmak için değil, var olduklarını göstermek için yapılan davranışlardır. Telaş etmemeliyiz. Bırakın hislerini ifade etsinler. Eğer sevginizde samimiyseniz, onları siz rahatlatın.<br />Arkadaşları, onlar için çok önemlidir. Onları fazla tenkit etmeyip, aksine biz de değer vermeliyiz. Yanlışları varsa, kesinlikle dolaylı yollardan ifade etmeliyiz.<br />Dağınık, unutkan, aldırmazdırlar. Hodgâmlık sınırını geçmedikçe anlayışla karşılamalıyız. Adeta hata yapmak mecburiyetleri vardır. Hata yapmadan öğrenmeleri neredeyse imkânsızdır. Bırakın hata yapsınlar; zamanla muhakkak düzeleceklerdir. Siz söyleyerek düzeltemezsiniz. Belki örnek bir yaşayışla ve müsamaha ile tesir etme imkanınız olabilir. Başka bir tarzın faydalı olmayacağını iyice bilmelisiniz.<br />Beklenenden fazla tepki verebiliyorlar. Biraz sabırlı olmalı. Onlar hakkında hemen karar vermemeliyiz. Zihninizin cerbeze yapmasına, mübalağalı değerlendirmesine mani olun. Bir göz hatırı için, neler yapılmaz; bir kahvenin bile kırk yıl hatırı olursa, gerisini siz düşünün. Hem zaten “İyiliğe iyilik her kişinin, kötülüğe iyilik er kişinin” kârı değil midir”<br />Beklenenden daha fazla hassas ve kırılgandırlar. Onlara karşı nazik olmaya çalışmalıyız. Artık yapılar böyle hale gelmiş, diye düşünmeliyiz. Onları kendinizden daha değerli olarak kabul etmeye çalışın; ona göre davranın.<br />Kendilerine ve düşüncelerine saygı duyulmasını beklerler. Beklentilerine cevap vermeliyiz. Herkese saygılı olmak mecburiyetimiz var. Empati ve pozitif düşünce yönünden başarılıysanız, hem mesut edecek hem de mesut olacaksınız demektir.<br />Sıradan biri gibi değil de saygı değer bir yetişkin gibi davranılmasını beklerler. Esasen buna hakları vardır. Bize de öyle davranmak yakışır. Zaten intisap sırrını gerçekleştirmişlerse, Halık-ı Zülcelâli tanımış ve O’na tâbi olmuşlarsa, onların kıymetine paha biçilmez; ona göre hareket etmek mecburiyetimiz vardır.<br />Açıklama isterler, emir değil. Lütfen dikkatli olalım. Bu aynı zamanda iletişimin de kanunudur. Bu asırda, peder evlât veya şeyh mürit ilişkisi kesinlikle yanlıştır.<br />Özgürlük isterler, kısıtlamaya gelemezler. Ama özgürlüğün sınırlarını bilmeleri gerekir. Biz doğru olanı yapmalıyız. Sınırlar içinde onların özgürlüklerini tanımalıyız. Onların sınırlarını da zorlamamalıyız.<br />Dinlenilmek ve duyulmak, tartışma içinde yer almak isterler. Onları dinleyelim, duyalım. Tartışmalarımız içinde yer almalarını, sisteme dahil olmalarını temin edelim. Onlar da biz de ancak böyle rahat edebiliriz. İyi bir iletişimde, iyi bir dinleyici olabilmek önemlidir. Ayrıca asrımız Ekip Zamanıdır. Ekip ruhuyla hareket mecburiyetimiz vardır<br />Yanlışlarının yüzlerine vurulmasını istemezler. Haksız da değiller. Böyle yapmak her halde sünnete ve insan fıtratına daha uygun değil mi? Hatta kusurlarına gözümüzü kapatsak çok daha iyi neticeler alabiliriz.<br />Kimse ile kıyaslanmak istemezler. Elbette böyle olması daha doğru bir davranış. Kimsenin, bu haklı isteğe itirazı olamaz.<br />Şefkat, sevgi, anlayış ve takdir beklerler. En civanmert kardeş, takdir edici yoldaş olmak da bize düşen bir davranış olmalıdır.<br />Bu dönemde herkesin yakınları ve arkadaşları için yapabilecekleri en iyi şeyin “onlara güvendiğini, saygı duyduğunu ve sevdiğini kavlen ve fiilen göstermek” olduğu unutulmamalıdır.<br />Halil Köprücüoğlu</div>GÜL BAHÇESİhttp://www.blogger.com/profile/09157960610590344290noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1562562281468192213.post-79271513450341651922008-08-12T21:21:00.003+03:002008-08-12T21:30:31.620+03:00MUTLULUK NEDİR SİZCE?<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi3w4vyuobf6Ep4gTMBP5Kz2eJ99qtXSt-7KXx3Y15tbqhjTYAT06hO18yvEFTTHnvUXNiKhd2inM18Z5uat60p5drw-sMjIJ0VA2jtZmLHOgP6szcLn8fISdk_a3DmpA6M2WFD8gGTcSZB/s1600-h/mutluluk.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5233699644692932450" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; CURSOR: hand; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi3w4vyuobf6Ep4gTMBP5Kz2eJ99qtXSt-7KXx3Y15tbqhjTYAT06hO18yvEFTTHnvUXNiKhd2inM18Z5uat60p5drw-sMjIJ0VA2jtZmLHOgP6szcLn8fISdk_a3DmpA6M2WFD8gGTcSZB/s400/mutluluk.jpg" border="0" /></a><br /><div align="center">Sevgidir mutluluk , karşılıksız ve çıkarsız sevgi...Aşktır bazende...birine yürekten bağlanmaktır...Değer vermesini bilmektir mutluluk...sevilmeden de sevebilmektir mutluluk...sevdiklerin bir gün hayatından gitmeden kıymetini bilmektir...Seni seviyorum diyebilmektir...Annenin yavrusuna duasıdır kimi zaman...sevgiliye duyulan özlemdir bazende , en karşılıksız ve en çıkarsız...Dua etmektir mutluluk...duada ölçülemeyecek güç saklı olduğunu bilmek ve sığınmaktır Allah'a...hayatı bütün olumsuzluklarına rağmen sevebilmektir arsızca...sorgulamadan yaşamaktır kaderini...olacağı varmış deyip gülümsemektir geleceğe mutluluk...Paylaşmaktır mutluluk...hayatı , sevgiyi ve bazende küçük bir çikolatayı paylaşmak... kurumuş sonbahar yapraklarına basarken çıkan hışırtıyı duyabilmektir mutluluk...ayrıntıların farkına varabilmektir...yağmurun yağ<br /><a href="http://www.uvmetr.com/" target="_blank"></a>ışını izlemektir pencerende , elinde kahven...en sevdiğin şarkıya eşlik etmektir mutluluk...bazende bağıra çağıra şarkı söylemektir , sesinin ne kadar kötü olduğunu söyleyenlere inat...kimsenin elini daldırmadığı kocaman bir paket cipsi tek başına yiyebilmektir mutluluk..kalori hesabı yapmadan dilediğini mideye indirmektir... Yeni yıkanmış mis gibi çarşafların içinde gerile gerile uyumaktır mutluluk...sarılmaktır sevdiğine sımsıkı...oda yoksa yastığa sarılmaktır...Damadın gelini öpmesidir alnından mutluluk...ve bir ömür boyu ondan vazgeçmeyeceğine and içmektir...<br />Hayatımızdaki o önemsiz sandığımız küçücük ayrıntıların farkına varmaktır mutluluk...mutluluk ayrıntılarda gizlidir...Ayrıntılarda hayatın içindedir...<br />Bunlar beni mutlu eden ayrıntılardı..Ben onlara ne kadar çok önem verirsem onlar da beni o kadar çok mutlu ediyorlar.. Siz mutlu olmak için neyi bekliyorsunuz ?</div><div align="center">alıntı</div>GÜL BAHÇESİhttp://www.blogger.com/profile/09157960610590344290noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1562562281468192213.post-32020751601187659962008-07-01T20:40:00.003+03:002008-07-01T20:44:18.401+03:00ZORLA LAİK OLDUĞUMU SANMANIZ ZORUMA GİDİYOR<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEif-IL9pRGSvTPHpkA5o4CD90excvHb2m1FCYAMD5S8isDSbw8tRyntFslkJqOqGwDZYPyWgq7ZOula8gj3NNRXkndDSrMOmb_Ffk0hCvPEq2vTS9eXIIYo2H_IVZSCoeUJz2nfRbEWTGn_/s1600-h/kuranikerim42sn.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5218102537969214930" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; CURSOR: hand; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEif-IL9pRGSvTPHpkA5o4CD90excvHb2m1FCYAMD5S8isDSbw8tRyntFslkJqOqGwDZYPyWgq7ZOula8gj3NNRXkndDSrMOmb_Ffk0hCvPEq2vTS9eXIIYo2H_IVZSCoeUJz2nfRbEWTGn_/s400/kuranikerim42sn.jpg" border="0" /></a><br /><div>Yıllar önceydi. Henüz iki-üç yaşlarında olan oğlum Furkan'a yeni açmış hercaileri yakından göstermek için eğilmek üzereydim ki, parkın bekçisi bir hamlede yanımızda bitti: "Çiçekleri koparmak yasak!" İrkildim.. Eğilemedim. Dokunamadım çiçeğe. Koparmadım. Zaten koparmayacaktım ki. Dahası, "Koparmazsan daha iyi olur!" demek üzereydim oğluma. "Yasssakkk!" korkusuyla değil; "Yerinde kalsın da, zikrine devam etsin.." ümidiyle koparamazdım. "Başkalarının da hakkı var o güzelliği görmeye..." hakkaniyeti bekçinin hoyrat uyarısından çok daha önce elimi çektirirdi çiçekten. O an, kelimenin argo anlamıyla da gerçek anlamıyla da "kopmuş" oldum. Çiçeği zaten koparmayacak olan ben, çiçek kopartmaktan zorla alıkonan biriyle aynı görüntüyü verdiğim için alındım. Çiçek koparabilir adamlardan biri sanılmak ağırıma gitti. Çiçeği koparabilecek kadar eğildiğim halde bile çiçeği kopartmadığımı görebilecek kadar bekleseydi bekçi, kendimi gösterebilirdim. Sabretseydi, çiçekleri kopartabileceği halde koparmayan, bekçi görmediğinde bile çiçeklere dokunmayan bir adam da görebilecekti. Göremedi. Kaybetti. Beni de koparttı dalımdan. İrademi budadı. Tercihimi ezdi geçti.* Adem (as) ve biz oğulları/ kızları hep cennette kalsaydık, hata etmeye fırsat bulamayacaktık. Melekler gibi. İndirilmeseydik dünyaya, günah işlemeyecektik. Şeytanın ayağımıza dolanmasına izin verilmeseydi, ayağımız hiç kaymayacaktı. Hepten "masum" kalacaktık. Öyle mi? Çiçekleri koparmak elindeyken de koparmadığını gösterme fırsatı verilmeyen benim kadar alınırdık baştan alınmış bu karara. Şike utancıyla yaşardık belki de cennette. Eli kolu bağlanmış bir adam olarak bir hazinenin başına konulduğumu düşünüyorum arada bir. Hemen yanıbaşımda elleri serbest kalır kalmaz çalmaya hevesli biri daha var. Oysa benim ellerim çözülse de çalmayacağım. Sonuçta, fiilen ikimiz de çalmıyoruz. İkimiz de "çal-a-mı-yor-uz" çünkü. Çalmıyor iken çal-a-mıyor görünmek ne kadar da ağırıma giderdi! Çalmadığımı gösterebilmem için çal-abil-iyor da olduğum bir özgürlük alanı tanınmalıydı bana. Çalabileceğimiz yerdir dünya. Çiçekleri koparabilecek kadar eğilebildiğimiz yerdir. Sınanırız burada. Deneniriz. Elimize vurulmaz çiçekleri koparttığımızda bile. Hatta birkaç çiçeğin koparılmasını da göze alır Bahçe Sahibi. Dilerse hiç koparmamamızı garanti edebilir ama serbest bırakır bizi. Ara sıra koparsak da kopardığımız için pişman da olabileceğimiz fırsatlar tanır bize. "Hiç çiçek koparmıyor olsaydınız, çiçek koparıp da pişman olan ve bir daha çiçek koparmayacağına bile-isteye söz veren birileri olmanızı daha çok isterdim" bile diyor. İyi ki hata yapabiliyoruz dünyada. Hata yapabilir olduğumuz yerde tanışırız kendimizle. Hata yapabilir olduğumuz halde, yapmamayı tercih ettiğimiz anda irademizle buluşuruz. Tercihimizle sıcak temasa geçeriz. Vicdanımızın titreyişini fark ederiz. İnsan yanımızla yüzleşiriz. Tercihe izin verilmeyen yerde, baskının hükmettiği alanda "insan" yoktur. Zorlamanın ezdiği "kamusal alan"larda "insan"ın var olabilirliği de iptal edilir. Zorlayan da zorlanan da "insan" olma fırsatını ilga eder. Mecbur tutulduğumuz demde "kendi kendinelik"imizi ortaya koyamayız ki. Zorbalığın olduğu yerde, "değer" üretemeyiz ki. Zorbalık "hatadan dönmeye" fırsat tanınmaz. Hata etmeni baştan engeller. "İyi"yi "kötü"ye tercih edecek özgürlük yoksa, "iyilik" üretilemez. "Zorla güzellik olmaz." Zorla din de olmaz. "Borç"tur "din". Minnet borcu. Hiç zorunlu olmadığı halde seni yoktan var edene, hiç zorlanmadan, iç'inden gelerek, iç'ten isteyerek teşekkür edebilmen içindir bu ömür. Teşekkür de edebilsin diyedir teşekkür etmeyenlere de, teşekkür etmeyişlerine de izin verilmesi. Rabb-i Rahîmimiz, ister istemez kulluk etmemizi istiyor değil; isteyerek ve güzellikle huzuruna gelmemizi istiyor. Baskılanmış bir "insan"ı geçerli saymıyor. İradesiyle var olmasını istiyor insanın. Baskı, başını örtmeye doğru da olsa, başını kapatmaya doğru da olsa, başını örtmek de isteyenlerin örtmek isteyemeyenlere baskı yapabileceği ihtimaliyle başını örtmek de isteyenlere doğru da olsa, güzel değildir, insanî değildir. Dolayısıyla, ve dobrasıyla "İslamî" değildir. Diyeceğim şu ki: Kanun zoruyla laik olduğumun sanılması, "Çiçekleri kopartma!" uyarısıyla çiçeklere dokunmadığımın sanılması kadar ağırıma gidiyor. Müslüman’ım ben! Herkese ve her şeye "selâm" yakınlığı kazandıran İslam'ı bir tür taraftarlığa indirgemeye hevesli oryantalist icadı "İslamcı" etiketini üzerime yapıştırmıyorum, yakıştırmıyorum. "Müslüman" laiklik taraftarı ya da karşıtı olmayacak kadar ilgisizdir laiklikle. Laikliğe müstağnidir o kadar. Başkalarına baskı yapmayacak kadar merhametlidir o zaten. Farklı yaşayış biçimlerine müdahale etmeyecek kadar nezaketlidir o zaten. Bana merhameti ve nezaketi kazandıran İslam'ın, İslam'dan uzakta yaşanan kabalığın ve zorbalığın önüne geçmek için konulmuş laiklikle çerçevelenmesi ağırıma gidiyor. Başkalarının hayatına laiklik zoruyla karışmadığımın sanılmasını mümin olma izzetime yakıştıramıyorum. "Yassakkk!" sesini bir daha duymak istemiyorum Sayın Rektörüm. <a href="mailto:s.demirci@zaman.com.tr">s.demirci@zaman.com.tr</a> * 90'lı yılların başından beri severek oturduğum Üsküdar'ın, o zamanlar, "bir Aziz Mahmud Hüdayî şehri" olduğunun da farkında değildim. O Hüdayi ki, coşkuyla zikirlerini işittiği çiçekleri koparmaya kıyamayıp ‘bir bunu suskun buldum' dediği boynu bükük kuru bir çiçeği hocasına hediye ediyordu. Keşke Üsküdar'da her çiçeğin başına "Burası Aziz Mahmud Hüdayî şehridir; çiçekler dalından koparılmaz" diye yazabilseydim.</div><br /><div align="center">Senai Demirci<br />__________________</div>GÜL BAHÇESİhttp://www.blogger.com/profile/09157960610590344290noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-1562562281468192213.post-10575621126057050802008-07-01T20:26:00.004+03:002008-07-01T20:35:45.016+03:00ARKADAŞLA DOST ARASINDAKİ FARK<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhxUJBugJ7s20qUz6BGQqUNeO9fkA1hZwbH5y0p8DO-x3lsrVy24JTfO1h7zKCp9tGTzEDvpj7i8kQqtaFQlsm689LEsOofR85HCxvPefmgQg8NGmfY049u6y9cPKIQVZrfq6JDjxdNo0vn/s1600-h/maof27in4hy.png"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5218099632255536610" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; CURSOR: hand; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhxUJBugJ7s20qUz6BGQqUNeO9fkA1hZwbH5y0p8DO-x3lsrVy24JTfO1h7zKCp9tGTzEDvpj7i8kQqtaFQlsm689LEsOofR85HCxvPefmgQg8NGmfY049u6y9cPKIQVZrfq6JDjxdNo0vn/s400/maof27in4hy.png" border="0" /></a><br /><div align="left">Arkadaş evinize geldiğinde misafir gibi davranır…</div><div align="left">Dost geldiğinde buzdolabını açıp istediğini alır…</div><div align="left">.Arkadaş senin ağladığını görmez</div><div align="left">Dostunun omuzu ise senin gözyaşlarınla ıslanır</div><div align="left">Arkadaş davetine katılınca bir paket hediye ile gelir.</div><div align="left">.Dost sana yardım etmek için erken gelir; toparlanman için geç gider</div><div align="left">Arkadaş, onu o yattıktan sonra ararsan rahatsız olur</div><div align="left">Dost neden bu kadar geciktiğini sorar, derdini anlatmak için.</div><div align="left">Arkadaş bir kavgadan sonra her şeyin bittiğini düşünür</div><div align="left">Dost ise tekrar arar</div><div align="left">Arkadaş senin daima onun arkanda olmanı ister</div><div align="left">Dost ise her zaman senin arkandadır.</div><div align="left">Arkadaş zaaflarınızı öğrenir ve onları kullanabilir<br />.Dost zevklerinizi öğrenir ve onlara hitap eder.</div><div align="left">Arkadaş zayıflıklarınızı bilirse başınıza kakar</div><div align="left">Dost zayıflıklarınızı bilirse örtmeye çalışır</div><div align="left">Arkadaş sizi ikinci görmek ister</div><div align="left">Dost ikinciniz olmaktan şeref duyar</div><div align="left">Arkadaş sıkıntınız olmadığında yanınızdadır.</div><div align="left">Dost sıkıntınız olduğunda size koşar</div><div align="left">.Arkadaşlarınıza siz huzur vermeye çalışırsınız</div><div align="left">Dostlarınız size huzur vermeye çalışır </div>GÜL BAHÇESİhttp://www.blogger.com/profile/09157960610590344290noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1562562281468192213.post-91024874427173604862008-07-01T20:18:00.002+03:002008-07-01T20:21:39.630+03:003 DAKİKA DÜŞÜNMEYE VARMISINIZ?<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgRM0VVtPmXU_E5P_Sp5MeMwNbaBLUsf1sxgi7IIKySjsOaDkLmqmtg2D4Qe7uyEQ6qwXhpeiNOiHmXf3aHsShLZ89C4uhLyUfPsz6IS0y0OPU02cVpyLG0Jfo-ZV4PypVbplIlhsNIK8MA/s1600-h/1.png"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5218097042867683810" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; CURSOR: hand; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgRM0VVtPmXU_E5P_Sp5MeMwNbaBLUsf1sxgi7IIKySjsOaDkLmqmtg2D4Qe7uyEQ6qwXhpeiNOiHmXf3aHsShLZ89C4uhLyUfPsz6IS0y0OPU02cVpyLG0Jfo-ZV4PypVbplIlhsNIK8MA/s400/1.png" border="0" /></a><br /><div align="center">>>>>>""Pek tatlı bir nezaket cümlemiz vardır. Birisinin yanında bir başkasını övüyorsanız, “Senden iyi olmasın!” dersiniz! Sadık Şanlı kardeşimin o incelik dolu anlatısını okuduğumdan beri bu iltifata itiraz ediyorum: “...kapının zili çaldı. Karşımda uzun zamandır görmediğim bir dostum. Selamlaşıp, kucaklaştık. Çay eşliğinde uzun bir sohbet için salona geçtik. Nasıl geçtiğini anlayamadığımız üç koca saatin ardından misafirim ‘Geç oldu, bana müsaade’ diyerek noktayı koydu ve kalktı. Ona eşlik ettim. Sokağın başına vardığımızda ‘Şimdi ayrılık vakti. Ben gidiyorum, ta ki benden hayırlısı gelsin inşallah’ diyerek elini uzattı. Kucaklaşırken, dostumun ettiği duaya alışkanlıkla ‘amin’ dedim. Eve dönerken, arkadaşımın veda sözleri takıldı aklıma. Düşündüm, düşündükçe ürperdim. Bu bir dua idi. İlk kez duyduğum yaman bir dua. Gayri ihtiyari birkaç kez tekrarladım. Sıcacık duygularla doldum. Bir şey tarafından kuşatılmıştım. Bütün benliğimi dolduran güzel bir şey.Ertesi gün ilk işim arkadaşımı telefonla aramak oldu. Nedir, nereden duydun diye sordum. Bu özlü duadan çok etkilendiğimi anlayan dostum, ‘Hz. İsa Aleyhisselam’ın, Peygamber Efendimizin (asm) geleceğini müjdelediği sözmüş bu’ dedi. Ne güzel dua imiş! ‘Tuttum bu duayı’ dedim. Güldü ve ‘o halde hiç bırakma.’ Ben gidiyorum, ta ki benden hayırlısı gelsin inşallah.”İsâ’ya (as) ve O’nun müjdelediği En İyi’ye (asm) hürmeten: Kalktığım koltuğa benden iyisi otursun. Sustuğum anda benden iyisi konuşmaya başlasın. Olmadığım odaları benden iyiler doldursn. Yetişemediğim yerlere benden iyiler yetişsin.... “Senden iyi olmasın!” diyen dostlarımın bu duasına, İsa Aleyhisselâmın duasına “amin” deme hatırına “amin” diyemeyeceğimi söylüyorum. Şaka yollu, “Bana beddua ediyorsun galiba!” diyorum. “Ya benden iyiler olmasa, ne ederim ben bu dünyada? Kim beni şaştığında uyaracak? Kim beni hüzne düştüğümde teselli edecek ki... Sonra peygamberlerin kavimleriyle yaşadıkları imtihanları hatırlıyorum. O toplulukta o peygamberden iyisi yoktu! Ama nasıl acılar çekti? Ne dayanılmaz sıkıntılara göğüs gerdi? “Benden iyi(ler) olsun elbette.. Bende peygamber yalnızlığına sabredecek iyilik yok ki!”"""">>>>>ÇOK GÜZEL Bİ DUAYMIŞ GERÇEKTEN RABBİM HEP HAYIRLILARLA KARŞILAŞTIRSIN BİZİ DE HAYIRLILARDAN EYLESİN İNŞALLAH</div><br /><br /><div align="center">SENAİ DEMİRCİNİN YAZISINDAN ALINTIDIR</div>GÜL BAHÇESİhttp://www.blogger.com/profile/09157960610590344290noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1562562281468192213.post-40706107346448750392008-07-01T20:05:00.005+03:002008-07-01T20:37:42.747+03:00GENCİN 3 SORUSU<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhahTCPC-yXXL2m63JaQDqhvifoLt_j3CXdRuIeyMfrh7Em-Rp1FH3IQY0KZ12M2mqXpHWwVWLfiRdoEsQh4kZJeLgp1tbtQ-3kMaxeqlWETZZBFch_n5O-_947rdt6yPxpG4JVQyidjfGl/s1600-h/Glayöl.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5218094992901930002" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; CURSOR: hand; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhahTCPC-yXXL2m63JaQDqhvifoLt_j3CXdRuIeyMfrh7Em-Rp1FH3IQY0KZ12M2mqXpHWwVWLfiRdoEsQh4kZJeLgp1tbtQ-3kMaxeqlWETZZBFch_n5O-_947rdt6yPxpG4JVQyidjfGl/s400/Glay%25C3%25B6l.jpg" border="0" /></a><br />Genç bir delikanlı senelerce yurt dışında okuduktan sonra vatanına ateist olarak geri döner. Üç sorusuna hiç kimse cevap veremediğinden dolayı canı gayet sıkıntılıdır. Ebeveyni oğullarına yardım etmek niyetiyle büyük ilim sahibi olan köyün hocasına götürürler. Hoca ve delikanlının arasında geçen diyalog şöyle devam eder.<br /><div align="center">Delikanlı: Kimsin sen? Sorularıma cevap verebilecek misin?<br /></div><div align="center">Hoca: Allah'ın bir kuluyum ve Onun izniyle sorularına cevap verebileceğim</div><div align="center">Delikanlı: Emin misin? Profösörler bile cevap veremedi bana.</div><div align="center">Hoca: Allah'ın izniyle cevap vermeye çalışırım.</div><div align="center">Delikanlı: 3 sorum var</div><div align="center">1. Allah yaşıyor mu? öyle ise, şeklini bana göster.</div><div align="center">2. Takdir (kader) nedir?</div><div align="center">3. Eğer şeytan ateşten yaratıldıysa neden cehenneme yollanıyor, cehennemde ateş dolu değil mi? Ateş ateşi nasıl yaksın. Tanrı bunu düşünemedi mi?</div><div align="center">Bu arada, aniden bizim hocamız delikanlının başı üzerinde bir saksı kırar.</div><div align="center">Delikanlı canı yana yana sorar; Neden sinirlendin ki?</div><div align="center">Hoca: Sinirlenmedim. Bu benim üç soruna bir cevabım der.</div><div align="center">Delikanlı: Hiç birşey anlamadım.</div><div align="center">Hoca: Nasıl hissetin kendini saksıyı başında kırınca?</div><div align="center">Delikanlı: Tabii ki, fena bir acı hissettim.</div><div align="center">Hoca: Yani, acının varlığına inanıyor musun?</div><div align="center">Delikanlı:Evet.</div><div align="center">Hoca: Bana bu acının şeklini göster o zaman!</div><div align="center">Delikanlı: Gösteremem.</div><div align="center">Hoca: Bu benim ilk cevabım. Herkes Allah'ın varlığını hisseder ama Allah'ı göremez.</div><div align="center">Hoca: Dün gece rüyanda benim başında saksı kırdığımı gördün mü?</div><div align="center">Delikanlı: Hayır</div><div align="center">Hoca: Bugün böyle birşey ile karşılaşacağını hiç düşündün mü? Aklından geçti mi?</div><div align="center">Delikanlı: Hayır.</div><div align="center">Hoca: Bu işte takdirdir.(kader)</div><div align="center">Hoca: Biz neyden yaratıldık? Topraktan yaratılmış değil miyiz?</div><div align="center">Delikanlı: Evet böyle denir.</div><div align="center">Hoca: E o zaman ? Saksıda topraktan yapılmadı mı? Allah isterse ateşten yaratılan şeytanı ateşin içinde cezalandıramaz mı? </div>GÜL BAHÇESİhttp://www.blogger.com/profile/09157960610590344290noreply@blogger.com0