28 Nisan 2008 Pazartesi

YARATILIŞ KARŞISINDAKİ KONUMUMUZ



GÜNÜMÜZE HÜKMEDEN anlayışın doğu ve batıda bütün medeniyetleri ve kültür havzalarını ya teslim aldığı yada uyuşturduğu modern zamanlarda tek bir direnç merkezi vardır; İslam. Hakikaten, bu topraklarda (tarihsel tecrübesine vukufiyetim açısından Anadolu'yu kastediyorum) yetişen nesillerin onca baskıya rağmen insanlıklarını kaybetmeden, şefkat ve sevgi eksenli bir hayat anlayışları ve arayışları manidardır. Yeryüzünün halifesi İnsan'a yaraşır şekilde, geçmiş tecrübelerinin ışığında Allah-kainat-insan üçlüsü arasındaki irtibatı öyle yada böyle resmedebiliyor olmaları heyecan verici bir şey nazarımda...
Bu topraklarda yetişmiş az buçuk insaf sahibi vicdanlar olarak, ruhsuz ve şiirsiz modern zamanların fıtratı bozduğunu bir vaka olarak okuyabiliyoruz. Değil sadece aşk, şefkatin bile nerdeyse cinsel hazlara indirgendiğini hissedebiliyor, kadına anne ve eş olarak bile değer vermeyen bir dünyanın, kadın-erkek eşitliği sloganlarıyla nasıl bir kıyım yaptığından bahsedebiliyoruz. Ahlak'ın nasıl yozlaştığını görebiliyoruz. Adaletin ne olduğuna dair bir fikrimiz, ve vicdanlarımızda zulme karşı beslediğimiz gayretimiz var.
Bu topraklara dair çok iyimser bir tablo çizmiş olabilirim. Bil-fiil halinde olmasa bile kuvve halinde yarınları saadet asrına çevirecek bir geleneğe sahip olmamızın rahatığıyla konuşuyorum. Nitekim, hepimizin hayata ve imana dair meselelerde, hiç değilse şimdilik çekirdek halinde koruduğu, bir gelecek hülyası vardır diye zannediyorum.
Ehli din, daha bir yüksek tondan haykırarak ve bilgilerini hayata nüfuz ettirerek, zamanla o çekirdeğin dallanıp budaklanıp meyveler vermesini sağlayacaktır. Evet, bu işi bu topraklarda yapmak kolaydır, vicdan sahibi tefekkür ve kalem erbabı bunu hakkıyla resmetmektedir ve yine aynı medeniyetin çoçukları olan bizler az buçuk insafımız varsa anlatılanları anlamaktayızdır. Yeniden ifade etmek gerekirse, kolay olmamakla birlikte bunun mümkün olduğunu hissediyor ve ümitlerimizi canlı tutmak için birçok sebebimiz olduğuna inanıyoruz.
Bununla birlikte aynı şeyleri farklı kültürlerin çoçuklarına nasıl anlatacağımız bir muamma olmakla birlikte tamamen imkansız değildir. Misalen, kadına dair bizim medeniyetin yaklaşımı ile batı medeniyetinin yaklaşımı aynı değildir. Liberallerin özgürlüğü ile alemlerin Rabbinin insana bahşettiği özgürlük arasında da esasında uzlaşmaz farklar vardır. Dersimizi insanı yaratan Rabbin kitabından aldığımıza göre kendi medeniyetimizden kuşku duymuyoruz, o halde batı medeniyetinin düştüğü çıkmazlara odaklanarak, nasıl sefil ve sefih hallere girdiklerini şefkat ile anlatarak bu uzlaşmaz farkları çözmek imkansız değildir. Elbette kendi insanımıza konuştuğumuzdan farklı bir söylem ve üslub geliştirmek zorundayız. Ne yazık ki, şimdilik bu aşamada olduğumuz söylenemez ama yarınlara dair bir ümidimiz yine de vardır.
(Serdar pehlivanoglu)

MELEK ÖĞRETMEN


Öğretmenin adı Melek’ti ve 5. sınıf öğrencilerinin önünde durduğu ilk gün onlara bir yalan söyledi. Çoğu öğretmenin yaptığı gibi onlara baktı ve “hepsini aynı derecede sevdiğini” söyledi. Yeni öğrencilerine karşı olumlu bir izlenim bırakmaya çalıştığı bu ilk gününde ön sıralarda, adeta çökmüş gibi oturan bir öğrenci dikkatini çekmişti. Öğrencinin adı Murat Can’dı. Melek öğretmen, Murat’ı gözlemiş; onun diğer çocuklarla oynamadığını, giysilerinin kirli ve mutsuz olduğunu fark etmişti. Melek öğretmen çalıştığı diğer okullarda yaptığı gibi her öğrencisinin dosyasını inceledi. Önceki öğretmenlerinin öğrenciler hakkındaki düşüncelerini öğrenmeye çalışıyordu. Sıra Murat Can’ın dosyasına gelince Melek öğretmen şaşırdı.
Çünkü birinci sınıf öğretmeni: “ Murat zeki bir çocuk ve her an gülmeye hazır. Ödevlerini düzenli olarak yapıyor ve çok iyi huylu… Arkadaşları onunla olmaktan mutlu…” diye yazmıştı. İkinci sınıf öğretmeni; “Murat mükemmel bir öğrenci, arkadaşları tarafından seviliyor. Fakat annesinin hastalığı onu üzüyor. Sanırım evdeki yaşamı biraz zor geçiyor.” diyordu.
Üçüncü sınıf öğretmeni; “Annesinin ölümü onun için çok zor oldu. Babası ona yeterince ilgi gösteremiyor. Evdeki olumsuzluklar onu fazlasıyla etkiliyor.” Diye yazmıştı.
Dördüncü sınıf öğretmeni ise; “Murat içine kapanık ve okula hiç ilgi göstermeyen bir çocuk. Hiç arkadaşı yok, bazen de sınıfta uyuyor.” diye yazmıştı.
Melek öğretmen Murat’ın sorununu anlamıştı ve onunla diğer öğrencilerden farklı ilgilenmeye başladı. Aradan geçen birkaç ay sonra öğrenciler çok sevdikleri öğretmenlerine, süslü kağıtlara sarılmış, güzel kurdelelerle paketlenmiş yeni yıl hediyeleri getirmişti. Murat hediyesini verirken Melek öğretmen kendisini kötü hissetti. Çünkü Murat’ın hediyesi, kaba bir kese kağıdına beceriksizce sarılmıştı. Melek öğretmen Murat’ın hediyesini sınıfta açtı. Bazı öğrenciler, paketten çıkan sahte taşlardan yapılmış, birkaç taşı düşmüş bileziği ve üçte biri dolu olan parfüm şişesini görünce gülmeye başladılar. Fakat Melek öğretmen, bileziğin çok zarif olduğunu söyleyerek ve parfümden birkaç damlayı bileğine damlatarak onların gülmelerini engelledi.
O gün ders bittikten sonra Murat, Melek öğretmenin yanına gelerek “ öğretmenim bu gün hep annem gibi koktunuz.” Dedi.O günden sonra Melek öğretmen öğrencilerine ve özellikle de Murat Can’a daha yakın ilgi göstermeye, ders anlatmaktan başka öğrencilerinin gelişimlerini, duygularını, isteklerini yakından takip etmeye başladı. Özellikle Murat Can öğretmeninin kendisine gösterdiği yakınlıktan ve ilgiden çok etkilenmiş ve derslere olan ilgisi artmıştı. Her geçen gün daha başarılı oluyor ve bu başarısıyla da öğretmenini memnun ediyordu. Melek öğretmen okuldaki ilk gününde tüm öğrencilerini aynı derecede sevdiğini söylemişti ama Murat Can’ı diğerlerinden daha çok seviyordu.
Bir yıl sonra, kapısının altında bir not buldu Melek öğretmen. Not Murat’tandı. Şimdiye kadar tanıdığı en iyi öğretmenin kendisi olduğu yazıyordu notta. Murat’tan yeni bir not alana kadar 6 yıl geçmişti aradan. Notunda liseyi bitirdiğini, sınıfının en iyi öğrencisi olduğunu ve Melek öğretmenin hayatında gördüğü en iyi öğretmen olduğunu yazıyordu. Dört yıl sonra bir mektup daha aldı Murat’tan. Bu zamanların kendisi için çok zor olduğunu çünkü üniversitede okuduğunu ve çok iyi bir dereceyle mezun olmak için çok çalıştığını yazıyordu. Melek öğretmen onun hayatındaki en iyi öğretmendi. Bunun üzerinden dört yıl geçti ve bir mektup daha geldi Murat’tan. Çok iyi bir dereceyle üniversiteden mezun olduğunu ama daha da ileriye gitmek istediğini yazıyordu ve hala Melek öğretmen onun hayatında tanıdığı, en iyi ve en çok sevdiği öğretmendi. Bu kez mektuptaki imza biraz farklıydı. Dr. Murat CAN.
İlkbaharda bir mektup daha geldi Murat’tan. Evleneceğini, babasının bir yıl önce öldüğünü söylüyor, Melek öğretmenin düğünde damadın ailesi için ayrılan yere oturup oturamayacağını soruyordu. Seve seve kabul etti Melek öğretmen bu teklifi.
Melek öğretmen düğün törenine gelirken özenle sakladığı, birkaç taşı düşmüş olan o bileziği taktı, Murat’ın kendisine verdiği ve annesi gibi koktuğunu söylediği parfümden sürmeyi de ihmal etmedi.
Birbirlerini sevgiyle kucaklarken, Murat, öğretmeninin kulağına “Bana inandığınız için çok teşekkür ederim öğretmenim, kendimi önemli hissetmemi sağladığınız için ve beni böyle değiştirdiğiniz için de…” diye fısıldadı.
Melek öğretmen gözündeki yaşlarla karşılık verdi: “ Yanılıyorsun Murat, ben değil, sen beni değiştirdin. Seninle karşılaşıncaya kadar öğretmenliği bilmiyormuşum…!

(alıntı)

SEVGİNİN BEDELİ



Küçük oğlu annesine geldi ve ona kağıdı uzattı.

Annesi ellerini önlüğüne kuruladıktan sonra kağıdı okumaya başladı;

Çimleri biçtiğim için 5 dolar

Odamı temizlediğim için 1 dolar

Alışverişe gittiğim için 50 sent

Küçük kardeşime baktığım için 25 sent

Çöpü attığım için 1 dolar

İyi bir karne getirdiğim için 5 dolar

Bahçeyi temizlediğim için 2 dolar

Toplam borç 14 dolar, 75 sent

Anne, umutla kendisine bakan oğlunun elinden kağıdı aldı ve kağıdın arka yüzüne şunları yazdı;

Seni 9 ay karnımda taşıdım BEDAVA

Hasta olduğunda başında bekledim, elimden geleni yaptım, senin için dua ettim BEDAVA

Yıllar boyu değişik nedenlerle senin için gözyaşı döktüm BEDAVA

Senin için geceler kaygı duyup, uykusuz kaldım BEDAVA

Oyuncaklarını topladım, yemeğini hazırladım giysilerini yıkadım, ütüledim BEDAVA YAVRUM ve bunların hepsini topladığın zaman gerçek sevginin bedelinin olmadığını görürsün, bedavadır çünkü..

. Oğul annenin yazdıklarını okuyunca gözleri doldu.

Annesine baktı,

Anneciğim seni seviyorum dedi ve kalemi alarak bu kağıda HEPSİ ÖDENMİŞTİR yazdı


(alıntı)

BUNU HEP YAPIYORUZ,TA Kİ !...




(Süveyda)